Zeki Olmak Bir Lanet mi?

Gizem Şahan

Gizem Şahan

Dreamer | Coaching & Consulting | Innovation & Creativity | Dreamcatcher | Entrepreneur

Tanıdığım en zeki insanlar en kırılgan, duygusal, farklı ve acımasızca kendini suçlama eğiliminde. Hayata karşı oldukça fazla sorumluluk hissediyorlar, başkaları gibi “aman canım boşver”ci değiller, ben daha fazla ne yapabilirdim, bütün bunların anlamı ne, ben ne yaptım da bana böyle dedi, daha fazla ne yapabilirim, diye hayatı anlamaya çalışıyorlar.
İnsanlar beni neden anlayamıyor diye üzülüyorlar.
Haklılar.
Zeka hem en güzel hediye, hem de en büyük lanet olabiliyor bazılarımız için.
İki ay önce internette bir makaleye rastladım ve beni oldukça etkiledi. Hemen anne ve babamla paylaştım, tanıdığım anne babalarla ve bu durumdan muzdarip insanlarla da. Şimdi de sizlerle paylaşmak istiyorum.
Makale şöyle:
Thomas, oldukça ünlü ve rekabetçi bir okulda okuyan bir beşinci sınıf öğrencisi. Yakın bir zaman önce uzun sarı saçlarını, James Bond’u canlandıran Daniel Craig’e benzetmek için kısa kestirdi. Berbere giderken yanında Craig’in fotoğrafı da vardı. Thomas, Bond’dan farklı olarak bir kargo pantolon ve kahramanlarından biri olan Frank Zappa tişörtünden oluşan “üniformasını” giymeyi seviyor. Okuldan tanıdığı beş arkadaşıyla takılıyor. Hepsi “zeki çocuklar”. Thomas da onlardan biri ve bir gruba ait olmayı seviyor.
Thomas’a yürümeyi öğrendiğinden beri sürekli çok zeki olduğu söylendi. Üstelik sadece anne babası tarafından değil, bu “büyümüş de küçülmüş” çocukla ilişki kuran herkes tarafından söylendi. Anaokuluna başvurduğunda, zekası da istatistiksel olarak onaylanmış oldu. Başvurduğu okul tüm başvuranlar arasında yüzde bire girenler için “rezerve edilmişti” ve çocuklardan bir IQ testi isteniyordu. Thomas sadece yüzde bire girmekle kalmadı. Yüzde birin de yüzde birine girdi.
Ancak Thomas okulda sınıf atladıkça zeki olduğuna dair sahip olduğu bu farkındalık, ödevlerini yaparken korkusuz bir özgüvene dönüşmedi. İşin aslı, Thomas’ın babası tam tersi olduğunu fark etti. “Thomas başarılı olmayacağı şeyleri denemek istemedi”, diyor babası. “Bazı şeyler çok basit geliyordu ona. Ama basit gelmediğinde neredeyse anında yapmaktan vazgeçti. ‘Ben bu konuda iyi değilim’ diye kestirip atıyordu.”
Kaşla göz arasında Thomas dünyayı ikiye ayırıyordu: Doğuştan iyi olduğu şeyler ve iyi olmadığı şeyler.
Örneğin, ilkokulun ilk yıllarında Thomas heceleme konusunda pek iyi değildi. Bu yüzden sesli hecelemeyi reddediyordu. Kesirlerle ilk kez karşılaştığı andan itibaren onlardan da kaçmaya başladı. En büyük problem ise üçüncü sınıfta yaşandı. El yazısıyla yazmayı öğrenmesi gerekiyordu, ama haftalar boyunca yazmayı denemedi bile.
Sonunda öğretmenin, ödevin el yazısıyla teslim edilmesini istediği tarih geldi. Thomas daha fazla kaçamadı ve sonunda ödevi yapmayı düpedüz reddetti. Thomas’ın babası onunla bunun nedenlerini konuşmayı denedi: “Dinle, zeki olman demek, çaba göstermek zorunda değilsin, demek değildir.” (Thomas sonunda el yazısını öğrendi. Ama bunu, babasının ikna edici sözleri olmadan başaramadı.)
Peki neden bu çocuk ölçülebilir bir şekilde listenin en tepelerinde olmasına rağmen rutin okul zorlukları ile baş etme becerisi konusunda kendine güven eksikliği yaşıyor?

Thomas yalnız değil. Uzun yıllardır, tüm üstün zekalı öğrencilerin (yetenek testlerinde yüzde 10′a girenlerin) büyük bir yüzdesinin, kendi yeteneklerini ciddi bir biçimde küçümsedikleri kaydediliyor.

Böylece başarı için daha düşük standartları benimsiyor ve var olan potansiyellerinden çok daha azını kendilerinden bekliyorlar. Çabanın önemini küçümsüyorlar ve bir ebeveynin ne derece yardımına ihtiyaç duyduklarını ise aşırı büyütüyorlar. Anne babalar ise çocuklarının zekasını övdüklerinde bu probleme çözüm getirdiklerini düşünüyorlar.
Kolombiya Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen bir ankete göre Amerikalı ailelerin yüzde 85′i çocuklarına kendilerinin zeki olduğunu söylemenin önemli olduğunu düşünüyor. Sonuçta herkes bunu alışkanlıktan yapıyor.
Ama kayda değer sayıda araştırma, aslında bunun tam tersi bir durum olabileceğini şiddetle öne sürüyor. Çocuklara “zeki” etiketini yapıştırmak, onların kapasitelerinin altında performans göstermelerini engellemez. Aksine buna sebep oluyor olabilir.

Geçtiğimiz 10 yılda psikolog Carol Dweck ve Kolombiya Üniversitesi’ndeki ekibi, New York’taki bir düzine okuldaki öğrenci üzerinde övgünün etkisini araştırdı. 400 tane 5. sınıf öğrencisi ile yaptığı çalışmadan elde ettiği ufuk açıcı sonuçlar ise resmi çok net ortaya koyuyor.

Dweck, dört araştırma asistanını New York’taki beşinci sınıflara gönderdi. Araştırmacılar, bir yapboz serisinden oluşan (bütün çocukların kolayca yapabileceği türden) sözel olmayan IQ testi için her seferinde tek bir çocuğu sınıftan dışarı aldılar. Çocuk testi bitirince araştırmacılar her bir çocuğa aldığı sonucu söyledi ve sonra ona bir cümlelik bir övgüde bulundu. Gelişi güzel bir şekilde iki gruba ayrılmış olan çocukların bazıları zekaları hakkında övgü aldılar.
Onlara şöyle dendi:

“Bu konuda çok zeki olmalısın.”

Diğer gruptaki öğrenciler ise çabaları için övgü aldılar: 

“Gerçekten çok çalışmış olmalısın.”

İkinci turda çocuklara seçenekler sunuldu. Seçeneklerden biri, birinciden daha zor olacak bir testti. Diğer bir seçenek ise ilki gibi basit bir testti.
Çabaları için övgü alanların yüzde 90′ı daha zor olan yapboz testini seçtiler. Zekasına övgü alan çocukların büyük bir çoğunluğu ise basit testi seçti.
Yani zeki çocuk “yan çizdi”.
Bu neden böyle oldu?
Çocukları zekaları için övdüğümüzde, onlara oyunun adının bu olduğunu söyleriz: ‘Zeki görün, hata yaparak riske girme.’
5. sınıf öğrencileri de bunu yaptı. Zeki görünmeyi seçtiler ve mahcup olma riskini önlediler.
Bir sonraki turda, hiçbir öğrencinin seçeneği olmadı. Test zordu. Onların sınıfının iki sınıf üstü için tasarlanmıştı. Tahmin edildiği üzere herkes başarısız oldu. Ancak yine, çalışmanın en başında ayrılan iki grup farklı tepkiler verdi.
İlk testte çabaları için övgü alan gruptakiler, bu seferki teste yeterince odaklanamadıklarını düşündüler. “Kendilerini teste verdiler, yapbozu çözmek için her çözümü denemeye istekli görünüyorlardı. Çoğu ilginç bir şekilde Bu benim favori testim oldu yorumunda bulundu.” diye anlatıyor Dweck.
Ama zekası için övgü alanlar için durum hiç de böyle değildi. Başarısızlıklarının, yeterince zeki olmamalarının bir kanıtı olduğuna kanaat getirdiler. “Onları izleyerek bile yaşadıkları gerginliği görebiliyordunuz. Terliyorlardı ve perişan durumdaydılar.” Yapay olarak bir başarısızlık turu hissi yaratan araştırmacılar, tüm 5. sınıf öğrencilerine ilk turdaki kadar basit bir şekilde tasarlanmış son bir test yaptılar.
Çabaları için övgü alanlar belirgin bir şekilde (% 30 oranında) daha iyi sonuçlar elde ettiler. Zeki oldukları için övgü alanlar ise ilk başta yaptıklarından daha kötü sonuçlar (%20 oranında) aldılar.
Dweck araştırmanın başında övgünün aslında ters tepen bir şey olduğundan şüphe duyuyordu. Ancak şüphelendiği etkinin büyüklüğünden kendisi bile şaşkındı. “Çabaya vurgu yapmak, bir çocuğa kontrol edebileceği bir değişken sunuyor” diye açıklıyor Dweck.

“Kendi başarılarının kontrolünün kendi ellerinde olduğunu düşünüyorlar. Oysa doğal zekaya vurgu yapmak kontrolü çocuğun elinden alıyor. Ve bir başarısızlığa tepki verme konusunda hiç de iyi bir yol sunmuyor.”

Araştırmayı takip eden görüşmelerde Dweck, doğuştan gelen zekanın başarının anahtarı olduğunu düşünenlerin, çabanın önemini hesaba katmadıklarını keşfetti. “Ben zekiyim” diyen çocukların mantığı şöyle işliyordu:

“Çaba göstermeme gerek yok.”

Deneylerine devam ettikçe Dweck, övgünün performans üzerindeki bu etkisinin tüm sosyo-ekonomik sınıflardan gelen çocuklar için aynı olduğunu buldu. Övgü hem kızları hem de erkekleri etkiliyordu. (Ancak en zeki kızlar, başarısızlık turunda en büyük hüsranı yaşayanlar oldu.)
Bana soğuk bir duş etkisi yaptı bu makale. Neden mi? Kendi çocukluğumu hatırladım, bütün o sınavları, anadolu lisesi, fen lisesi, kendimi yarış atı gibi hissedişimi, ilişkilerimdeki hatalarımı, korkularımı, çekincelerimi, hata yapmaktan ve başarısız olmaktan duyduğum o gizli korkuyu…Onay ve takdir bekleyişimi…(zi)
Güzel bir farkındalık yarattı, ve insanlara özellikle de çocuklara yaklaşımımı değiştirdi.

Çünkü büyüyünce de bu başarısızlık korkusu çalıştığımız kurumlara ve işlerimize yansıyor. Hata yapmaktan, bizi takdir etmemelerinden korkuyoruz.

Anne babalarımızın yerini yöneticilerimiz, direktörlerimiz, iş arkadaşlarımız alıyor. Bu sebeple geri bildirimler o kadar önem kazanıyor ki hata yapmamak için iş yapmayan, fikir üretmeyen insanlar haline dönüşüyoruz.
5 yaşındaki çocukluk travmalarımız 30 lu yaşlardaki kişiliğimize yön veriyor. Ve en acısı da, biz bunun farkında bile değiliz…
Yalnız hissediyoruz çoğu zaman, sosyalleşmekten kaçınıyoruz nasılsa bizi anlamayacaklar diye, saklıyoruz kendimizi, başarısızlıklarımızı, kırılganlıklarımızı, bizi insan yapan çoğu şeyi. Kendimizi izole ediyoruz evlerimize kapanarak. Çift kişilik hayatları tek kişi yaşıyoruz.
Bizi etiketlemelerinden korkuyoruz. Geri bildirim vermeyi bilmeyen, öğrenmeyi reddeden insanlardan geri bildirim aldıkça da özgüvenimiz düşüyor, kendimizi değersiz ve yetersiz hissediyoruz her geçen gün. Toplantılarda konuşmuyor, sorular sormuyoruz.
İnsan odaklısın, çok duygusalsın, içe kapanıksın, hiç profesyonel değilsin, biraz politik olmalısın, çok takıyorsun boşver, diyorlar çünkü.
Desinler.
Bu dış sesleri kendi iç sesin yapmamak önemli olan.
İşte bu yüzden insanların yeteneklerini tekrar hatırlamaları, keşfetmelerini oldukça önemli buluyorum. Bu yüzden çalışıyorum. Pes etmesinler diye. Pes etmeyelim diye. Çünkü zeka kavramı hala araştırılan ve yenilenen bir kavram.
Sizin de farklı tür bir zekanız olabilir, bunu keşfetmek oldukça önemli.
Bu konuda çalışan, üreten, çözümler yaratan insanlar yok mu? Bu hayatta hiç mi güzel şey olmuyor? Oluyor tabii ki, olmaya da devam edecek.
Lütfen bir kaç dakika durun ve düşünün.
Sizlere Aaron Swartz ile veda etmek istiyorum, benim bu hayatta en hayran olduğum insanlardan, dehalardan biri.
Onun sevgilisine sorduğu şu soruyu izninle ben de sana sormak istiyorum:

“Şu an üzerinde çalışabileceğin dünyanın en önemli şeyi nedir? Ve eğer onun üzerinde çalışmıyorsan, neden çalışmıyorsun?”

Kategoriler: Gelişim

Yorumlar (0) Yorum Yap

/