Üniversite Mezunuysanız Kendinizi Bu Hikayenin Kahramanı Gibi Hissedeceksiniz


Adem karanlık bir gecenin ardından derin uykusundan uyandı. Yorganı üzerinden attığı gibi kalktı ve terliklerini giyip tuvalete gitti. İşedi, sıçtı, yüzünü yıkadı. Apar topar yiyecek bir şeyler atıştırdı ve işe gitmek üzere yola çıktı. Acele etmesi lazımdı, işe geç kalmamalıydı. Zaten patron denen mendeburdan yeni azar işitmişti. Neyse. Zamanında geldi işine. Saat henüz sabahın sekiziydi. Çalışmaya başladı. Eşek gibi çalıştı. Kıçından ter gelinceye kadar. Saat on iki oldu ve öğlen yemeği için mola verdi. Yemeğini yedi. Ardından işyerinin terasına çıktı ve bir sigara yaktı. Yanında da tabiki çay. Yarım saat vardı molanın bitmesine. Koskoca yarım saat. Düşündü. Tamamen kendine ayıracağı bu yarım saatte ne yapabilirdi. Aklına çok güzel bir fikir geldi. Bir sigara daha yakacaktı. Öylede yaptı. Pakedini çıkardı, içinden bir dal sigara aldı. Yaktı. İçine çekti ve ciğerlerindeki umut hüzmelerini dumanla birlikte üfledi. O sigara Ademi gün içerisinde en çok mutlu eden şeydi. Çünkü gün içerisinde neredeyse tek sosyal aktivitesi buydu. Sigarasını bitirdi. Artık mola bitmişti. İşe geçti. Çalışmaya devam etti. Çalışkan bir adamdı Adem. Çalışırken işini her zaman en iyi şekilde yapmaya çalışırdı. Ama birden bir dalgınlık çöktü üzerine. Saat öğleden sonra üçü yirmi altı geçiyordu. Sanki zaman yavaşlamıştı. Sanki bir saniye, on saniyede geçiyordu. Kafasını kaldırdı ve etrafına baktı. Kendisi gibi çalışan diğer elemanları izledi. Hepsi harıl harıl çalışıyordu. O insanların yüzlerindeki yorgunluğu gördü. Hepsini bıraksan sanki uyuyacaklarmış gibi uyku akıyordu gözlerinden. Bu çektikleri iş çilesine sadece para için katlandıklarını içinden geçirdi Adem birden. Sonra ne amaçla yaratıldığını, neden yaşadığını ve nasıl yaşadığını düşündü. Bir yandan da işini yapmaya devam etti. Derken saat yedi oldu, mesai bitti ve kırık dökük servis aracına binip evine geçti.
Üniversite mezunuydu Adem. Atanamıyordu. Mezuniyetinin ardından 6 yıl geçmişti. Bütün devlet memurluklarına başvuru yapmıştı. Defalarca. Ama torpili olmadığı için hiçbirine alınmamıştı. Oda girmişti bir fabrikaya çalışıyordu. İki yıl önce evlenmişti. Haliyle de borç harç yapmıştı. Onları ödüyordu iki yıldır. Bir yandan karısı da çalışıyordu. Başka türlü yetmiyordu para. 
Ertesi gün başladı yine iş. Sabah sekiz, akşam yedi. Günler birbirini kovaladı. Aradan on sene geçti. Bir çocuğu daha olmuştu. Çocuklarının birisi 11 yaşında, diğeri 7 yaşındaydı. Borcu bittiği için karısı da çalışmıyordu artık. Yük tamamen Adem’in omuzlarındaydı. Yorulmuştu artık Adem. Bu yoğun tempo yormuştu artık onu. Biraz birikim yapmıştı. 22 bin tl. Ev almayı düşünüyordu. Ama fiyatlar el yakıyordu. Bir dairenin fiyatı 200 bin tl den başlıyordu. Bu parayı ödeyemez, ömrünün sonuna kadar sürerdi. Zaten zorla geçiniyordu. Bundan sonrada bu şekilde yaşamak istemiyorum diye geçirdi içinden. Aklına köyündeki araziler geldi. Bu araziler boş boş duruyordu. Oraya gidebilir, yerleşebilir ve paraya ihtiyacı olmadan yaşayabilirdi. Karısı ile konuştu. Zaten karısı da bunalmıştı ve psikolojik sıkıntılarla boğuşuyordu. Kocasının bu teklifini kabul etti. Ama öncelikle orada bir ev yapmak lazım geliyordu. Biriktirdiği parasının 10 bin TL’si ile dededen kalma yöntemleri kullanarak kerpiçten küçük bir ev yaptı. Evde bir yatak odası, bir ufak oda ve birde mutfakla birleşik stüdyo tarzında bir oda vardı. Hemen bitişiğinde ise kümes ve ahır… İnşaatı 2 ayda bitirdi. Evini taşıdı, karısını ve çocuklarını getirdi. Yavaş yavaş düzen kurmaya başladılar. Bir inek, sekiz tavuk ve bir horoz aldılar. Bahçeleri için ise çeşit çeşit tohum.
Artık işleri bundan sonra düzenli bir şekilde işliyordu. Ayrıca çok çalışmalarına da gerek yoktu. Toprağa kum tanesi kadar bir tohumu koyuyorlar, toprak onlara domates olarak, salatalık olarak, maydanoz olarak geri veriyordu. Toprağın cömertliği karşısında oldukça mahcuplardı. Çünkü bu zamana kadar bu sebzeleri almak için para denen sembolik kağıt parçasını ödemek zorundaydılar.

    Ve o sembolik kağıt parçasını elde etmek için de birinin köleliğini yapmaları gerekiyordu. Aynı şekilde inekleri onlara süt veriyordu, onlarda peynir ve yoğurt yapıyorlardı. Tavuklar hergün onlara yumurtalarını ikram ediyordu. Bunların hiçbirisi parayla değildi.
Evlerinde elektrik yoktu. Su yoktu. Su ihtiyaçlarını evlerinin hemen önündeki gürül gürül akan pınardan karşılıyorlardı. Akşamları şöminenin sıcaklığında ısınıyor, kandillerin ışığında aydınlanıyorlardı. Televizyon yoktu. Zaten gerekte yoktu. Sürekli başka insanların neler yaptığından başka bir şey gösterilmiyordu. Hakeza bilgisayarda aynı şekilde.

     Artık günlerini başka insanlara yok pahasına hizmet ederek geçirmiyorlardı. Her anlarını tamamen kendilerine çalışıyorlardı. Hep birlikte hareket ediyorlardı. Zaten hayat dediğimiz şey neydi ki. Çalışıp para kazanmak, mal mülk sahibi olmak mı. Yoksa sevdiklerimizle ailecek birlikte bir yaşam geçirmek mi.
Yıllar sonra Adem artık yaşlandı ve öldü. Ondan yedi yıl sonra ise karısı… Çocukları devraldı evi. Annesi ve babası onlara hayatla ilgili her şeyi öğretmişlerdi. Gidipte başka bir insanın köleliğini yapıp bu şekilde yaşayacak kadar aptal değillerdi vesselam.  
    Bu şekildeki bir hayat size belki pahalı porselen takımları ve havalı koltuklar sunmaz ama size kendi zamanınızı yaşama fırsatı verir. Para karşılığında zamanınızı satmanız gerekmez. Ya da zengin bir fabrikatörün zamanında işleyen bir çark olmayı…

Kategoriler: Motivasyon, Yaşam

Yorumlar (0) Yorum Yap

/
Exit mobile version