Interrail Günlükleri – Kopenhag 2

Serhat L. Bora

Serhat L. Bora

Proud Uncle & Social Entrepreneur

İkinci Gün – Şehir Merkezi
Uyku tulumları ile ilk gecemizdi. Uykumuzu az almış olsakta, gün bizim için doğmuştu. Bizden bir hafta önce Erasmus için Kopanhag’a gelen bir başka arkadaşımıza da burada ki evi ayarlamıştık. Yani anlayacağınız yolun daha ilk durağında altı kişi olmuştuk.

Dışarı çıkmak ve etrafı gezmek için hazırdık fakat öncesinde İstanbul’dan getirdiğimiz hediyeleri yanında kaldığımız aileye vermeliydik. 500Gr çekirdeğinden tutun da klasik türk kahvesine kadar ellerimiz doluydu. Çok iyi insanlardı ve bir çok hediyeyi ilk defa gördüklerini söylediler lakin en ilginç olanı ise; Danimarka’da çekirdeği sadece papağan yemi olarak satıyorlarmış ve yanında kaldığımız aile daha önce çekirdeği tatmamış. Ufak bi şaşkınlıktan sonra diğer hediyeleri de verdik ve yola koyulduk. Çantalarımız, su şişelerimiz, atıştırmalıklarımız her şey hazırdı. 

Önce kaldığımız evin etrafında dolaştık daha sonra bir önce ki gece bindiğimiz trene atlayarak şehir merkezine doğru yola çıktık. İskandinav ülkeleri gerçekten avrupada çok farklı. Özellikle mimari olarak bambaşka bir dünya gibi. Şehir merkezinde bulunan turist bilgilendirmeden haritalarımızı almış, ilk bulduğumuz yerde durup yol güzergahlarını çizmeye başlamıştık. 

Kopenhagda üç gün geçirecekdik ve üçüncü günün sonunda bir banliyö treni ile Almanya üzerinden Hollanda-Amsterdam’a geçicektik. İşte bu sebeple görebildiğimiz kadar yer ve toplayabildiğimiz kadar anı toplamak istiyorduk. Yolda yürürken dikkatimi ufak tefek tatlı detaylarda çekiyordu. Mesela trafik lambalarında bulunan, bisikletliler için eklenmiş trafik ışığı. Her gördüğümüz detayda bir iç çekip haritaya tekrardan gömülüyorduk. İlk önce hem haritada görüp ilgimizi çekmeyi başarmış hemde AFS ile Kopenhag’a gelmiş arkadaşımızın anlattıklarından dolayı Tivoli’ye gitmeye karar verdik.

Tivoli; Kopenhag’ın en popüler ve mutlaka gezilmesi gereken  İçerisinde parklar, kafeler, eğlence alanları ve lunapark bulunan Kopenhag’ın en ünlü yerlerinden biri.

Büyük bir hüsran sonucu kapıdan geri döndük, çünkü kapalıydı. Dışından içeriyi görebildiğimiz kadar baktıkça baktık.  Daha sonra ikinci bir adres olarak belirlediğimiz Christiania’ya gitmeye ve şansımızı orada denemeye karar verdik. Çünkü hakkında duyduğumuz şeyler biraz eğlenceliydi 🙂

Christiania; Kopenhag içerisinde bulunan özerkliğini ilan etmiş bir mahalle aslında. İçerisinde bin kişiden az insan yaşıyor ve tamamı ile hippi hayatının yaşandığı bir yer. İçeri girerken Christiania’ya Hoşgeldiniz yazıyor ve çıktığınızda da aynı kapının üstünde Avrupa’ya Giriş Yapmaktasınız yazmakta 🙂 Mahalleye girdiğinizde içeride fotoğraf çekilmesi yasak. Kendi bayrakları bile var ! Ufak ufak İskandinav apartmanları, büyük yeşil alanlar ve içerisinde bir orman var. Her biri birbirinden farklı taş banklar,toprak ve arnavut kaldırım yollar. Bambaşka bir dünyaya girdiğinizi hemen anlıyorsunuz.

İçeride tatlı bir zaman geçirdikten sonra acıktığımızı farkettik ve tekrardan şehir merkezine doğru yola çıktık. Çok fazla dolaşmadan üzerinde döner fotoğrafı bulunan bir restoranta girdik. Menüde ki her şey İstanbullu gibiydi 🙂 Burada içerisinde et ya da tavuk bulunan dürüme ”Shawarma” diyorlar. Damak tadımıza çok yakın ve tanıdık bir tat fakat biraz fazla yağlı. Karnımızı ucuza doyurmuş – ki Interrail kurallarından biridir ucuza yemek yemek- ardından sırt çantalarımızı eve bırakmak için yola koyulmuştuk. Akşam dışarı çıkıp güzel bir şekilde eğlenecektik. Okullar açık olduğu zaman her perşembe akşamı öğrencilerin parti günüymüş. Ya kendi evlerinde ya da dışarıda bir yerde mutlaka parti verirlermiş. Biz oradayken günlerden Cumartesiydi bu sebeple dışarıda bir mekana gitmek zorundaydık. Pasaportlarımızı aldık ve olabildiğince şık giyinerek dışarı çıktık. 

Dört ya da beş farklı mekana girmeye çalışssakta üç arkadaşımızın yaşı orada ki barlara girmeye yetmiyordu. Tam pes edecekken A-Bar isimli mekanı gördük. Son bir kez şanısmızı denek ve bu sefer ilk olarak yaşları büyük olan bizler pasaportlarımızı gösterdik. Arka arkaya yaşları büyük olan kişileri görünce kapıda ki iri yarı amca hepimize birden tamam geçin dedi ve sırıta sırıta içeriye girdik 🙂 Eğlenceli ve güzel bir ortam vardı. bir kaç saat güzel müzikler dinledikten sonra köşe başındaki ufak meydanda oturmaya başladık. Etraf öğrenci kaynıyordu.  7Eleven isimli marketten içeçek bir şeyler aldık ve etrafı izlemeye koyulduk. Her biri gökkuşağının bir rengiden olan takımlarıyla yedi tane genç meydanda dolaşıyordu ve her onları gören fotoğraf çektiriyordu. Bir anda etrafı kalabalıklaşan bu yedi genci görünce bizde o fotoğrafa dahil olduk. Spontane gelişmişte ve eğlenceli bir andı.

Danimarka genelinde eğer dışarıda metal kutu ile bir içecek içiyorsanız, bu kutuları çöpe atmıyorsunuz. Bitirdikten sonra elinizle ezip bir duvarın üstünde ya da çeşme kenarında bırakıyorsunuz. Sebebi ise ; üniversite öğrencileri para kazanmak için belli bir saatten sonra dışarı çıkıp gayet müzik dinliyerek bu kutuları topluyorlar ve geri dönüşüme vererek kendi harçlıklarını çıkartıyorlarmış. Eğer içecek kutusunu çöpe atarken bir Danimarkalı sizi görürse kibar bir şekilde uyarıp ne yapmanız gerektiğini söylüyor. 
Güzel bir gece geçirdikten sonra eve dönüş yolunda treni beklemeye başlamıştık. Burada çoğu tren otomatik olarak bilgisayarla yönetiliyor. Bu yüzden 7/24 tren hattını kullanabilirsiniz. Döndükten sonra eşyalarımızı topladık ve uyumaya başladık, çünkü ertesi gün Almanya üzerinden  Hollanda’ya gidecek bir banliyö trenimiz vardı.

Yorumlar (0) Yorum Yap

/