Gotik teriminin kökeni yüzyıllar öncesine dayanıyor. Dünya sanat tarihinde dönem dönem ortaya çıkan bu terim, günümüzde orijinal anlamından daha farklı şekilde kullanılıyor. Fakat yine de gotik, Rönesans döneminde ortaya atılan ilk anlamlarından bazılarını korumuş durumda. Bu içeriğimizde Gotik ne demek? Sorusunun yanıtına yakından bakıyoruz. Aynı zamanda Gotik’in ortaya çıkışını ve kullanıldığı alanları da sizler için bir araya getiriyoruz.
Gotik ne demek? Gotik nedir? TDK’da nasıl yer alıyor?
Gotik terimi TDK üzerinde orijinal çıkış kökenine atıfta bulunacak şekilde yer alıyor. TDK’de Gotik araması yaptığımızda; Gotça (isim), Gotlarla ilgili (sıfat) ve Orta Çağ’a özgü (sıfat) sonuçlarına ulaşabiliyoruz. Bu sonuçlar ise İtalyan Rönesansı sırasında ortaya çıkan terimi epey bir özetliyor. Peki gotik terimi gerçekten nasıl ortaya çıktı?
Gothic nedir? Gothic ne demek?
Gothic aslında Gotik kelimesinin İngilizce’sidir. Uzun yıllar ülkemizde Gothic olarak kullanılsa da keliminin Türkçe’si “Gotik” şeklindedir.
Gotik teriminin tarihteki yolculuğu:
Terim olarak Gotik’in ortaya çıkışını anlamak için önce M.S. 410 yıllarına doğru bir yolculuğa çıkmamız gerekiyor. Bu tarihte ise Gothlar olarak bilinen kuzeyli ilkel kabileler, Batı Roma İmparatorluğu’na saldırmıştı. Tarihe Roma’nın Yağmalanması olarak geçen bu olay nedeniyle Batı Roma İmparatorluğu çökmüş, Orta Çağ Avrupası olarak bilinen döneme giriş yapılmıştı. Kral Alaric yönetimindeki Visigoth’lar Roma’yı ele geçirdiğinde ise Roma 800 yılın ardından ilk defa bir istilaya yenik düşmüştü. Bunun sonucunda batıdaki sanat ve uygarlık anlayışı kökten değişmiş oldu.
Şimdi tarihte biraz daha ileriye giderek 12. yüzyıl civarlarına gelelim. 412 yılında Roma’nın yıkılması ile birlikte Avrupa karanlık çağa teslim olmuş oldu. Bu karanlık Orta Çağ’da ise sanatın tekrar yeşermesi birkaç yüzyıl sürdü diyebiliriz. 12. yüzyılın başlarında ise bugün Gotik mimarî adını verdiğimiz akım baş göstermeye başladı.
Bu sanat dalının ilk örneği ise 1144 yılında Paris’te inşa edilen Saint-Denis Bazilikası olarak gösteriliyor. Daha sonra bu tarz, Fransa başta olmak üzere Almanya’ya ve neredeyse tüm Avrupa’ya hızlı bir şekilde yayıldı. Devasa yapıların, karanlık sembolizmin, şatafatın ve grosteskliğin hakim olduğu bu stil ise Rönesans ile Klasik Dönemi geri getirmek isteyen İtalyan sanatçıları epey bir endişelendiriyordu. O döneme kadar adsız kalan bu mimarî stilin gotik olarak adlandırılması da bu döneme denk geliyor.
Gotik’in etimolojisi:
Gotik terimi ise tahmin edebileceğiniz üzere “barbarlara özgü” anlamına gelebilecek bir şekilde kullanılıyordu. Rönesans sanatçılarına göre 410 yılında Goth’ların Roma’yı yağmalaması ve yıkması; Klasik Antik Çağ’ın el üstünde tuttuğu tüm estetik değerlerin de yerle bir olması anlamına geliyordu. Bu bağlamda 15. yüzyıl sanatçıları, barbarlardan gelen bu karanlık Orta Çağ sanatını; Klasik Dönem sanatına ve yeni Rönesans’ın estetik anlayışına göre fazla grotesk, barbar ve değersiz buluyorlardı.
Yine bu dönemde sanatçılar, goth akımının ilerleyişinden rahatsızlık duyuyor ve tıpkı Visigoth’ların Roma’yı yerle bir ettiği gibi bu korkunç ve karanlık akımın da Rönesans’ı yerle bir edeceğini düşünüyorlardı. Hatta Rönesans döneminin en ünlü sanatçılarından olan Raphael, X. Papa Leo’ya bu sanat anlayışını şikayet etmek için mektup bile yazmıştı. Gotik teriminin ilk kullanımı ise yine 1518 tarihli bu mektupta gerçekleşmişti. Raphael bu mektupta, “Gothic” olarak adlandırdığı bu sanat dalının ne kadar barbarca ve canavarca olduğundan bahsediyordu.
Daha sonra Gotik terimi bir diğer Rönesans sanatçısı Giorgio Vasari tarafından popüler hâle getirildi. Raphael ve Vasari’ye göre Gotik sanat, Roma’yı ilk işgal eden vahşi kuzeyli kabilelerin ağaçları bir araya getirerek yaptıkları korkunç ve grotesk yapıların ruhunu taşıyordu.
Resimde ve diğer sanat dallarında Goth kültürü:
“Gotik ne demektir?” sorusuna cevap ararken Goth kültürüne yakından bakmak da önemlidir. Büyük gotik katedrallerin inşasının yaygınlaşması başka sanat dallarına da bu akımın sıçramasına neden oldu. Özellikle katedrallerde kullanılan heykellere, fresklere ve yazıtlara yüzyıllar boyunca bu tarz hakim oldu. Yine katedral duvarlarında kullanılan dini minyatürler de bu tarzdan nasibini almıştı. 13. yüzyılın başlangıcı ise gotik tarzın farklı bir sanat dalına sıçramasına neden oldu. Çağın sanatçıları bu sanat akımından çok fazla etkilenmişti. Bu nedenle goth kültürü resim dünyasında da kendini göstermeye başladı. Bu dönemde birincil bakış açısında çizilen doğa resimleri yerini karanlık tonlardaki dini tasvirlere bıraktı. Bu tarzın hızlı artan popülaritesi sayesinde gotik resim, Kuzey Avrupa’da fresk ve vitray sanatının önüne geçmeyi başarmıştı.
Gotik Edebiyat:
Gotik mimarî, heykelcilik, resim ve fresk sanatı unutulmaya yüz tutmuşken; Romantik dönemin ardından goth kültürü, bu sefer edebiyat dünyasında boy gösterdi. Gotik edebiyat, romantik elementleri de içine katarak bir nevi goth döneminin karanlık katedrallerine ve Orta Çağ anlayışına mistik bir bakış olarak ortaya çıkmıştı.
Takvimler 1764 yılını göstediğinde İngiliz yazar ve politikacı Horace Walpole, Otranto’nun Kalesi isimli romanını yayınladı. Ayrıca Walpole romanını, “Gotik Bir Hikâye” alt başlığı ile yayınlamıştı. Bu sayede gotik terimi sanat dünyasına 3 yüzyıl sonra yeniden dönmüş oldu. Hayaletlerin, lanetlerin, karanlık şatoların, gizemli keşişlerin ve şövalyelerin olduğu bu hikâye, gotik türünün temel taşı hâline gelmişti.
Bu romandan sonra gelen Matthew Lewis’in The Monk romanı ise şeytani temaları, mistik sembolizmi, dinin karanlık yönlerini ve goth katedralleri de işin içine katarak türün tam anlamıyla tarzını belirlemiş oldu. Ardından Bram Stoker’ın The Dracula’sı ve Mary Shelley’nin Frankenstein’ı, türün günümüze kadar ulaşan popülaritesini sağlamış oldu. İngiltere’de çıkan bu yeni gotik akım, Viktorya Dönemi’nde de sanat dünyasını ve mimarî camiayı epey bir etkiledi.
Günümüzde Goth teması:
Daha modern dönemlere doğru geldiğimizde gotik edebiyat dışında sinemada ve modada da kendini göstermeye başladı. 1922 yılında Alman yapımı film Nosferatu, Bir Dehşet Senfonisi, goth akımının sinemadaki ilk örneklerinden biri. Fakat 1954 yılında Amerika’da yayınlanan The Vampira Show, günümüzdeki goth anlayışının temel taşlarından biridir. Zira vintage korku filmlerini gösteren bu programın sunucusu “Vampira” Maila Nurmi, kıyafetleri ve makyajı ile goth tarzının ilk temsilcilerinden olmuştu. İlerleyen tarihlerde çıkan Adam’s Family, Beetlejuice ve The Rocky Horror Picture Show gibi filmlerde kullanılan gotik tarzın da kökeni Vampira oluyor. Modern sinemada ise Tim Burton bu tarzın en büyük temsilcilerinden biri.
Goth kültürü ise genel olarak konservatif toplumun gençlere empoze ettiği tek doğrultudaki idealleri reddetmeye yönelik bir tutum sergiliyor. Punk’a epey benzeyen bu tarz hayatı yücelttiği gibi ölümün gerçekliğini de yüceltiyor, aydınlık olmadan karanlığın; karanlık olmadan aydınlığın anlamsız olacağını savunuyor. Yani yaşamın ikilemler üzerine kurulu olduğunu savunuyor. Fakat ilerleyen dönemlerde bu anlayış biraz farklı yöne evrildi. Özellikle 2000’lerde ortaya çıkan Emo’lar ile birlikte Goth teması bir karamsarlık kültürü hâline geldi. Nitekim ikililiği savunan kesim, yine tek bir yöne doğru eğilim göstermiş oldu. Bu eğilim ise daha çok karanlık tarafı doğruydu.
Goth kültürünün moda anlayışı ise birden çok varyasyondan oluşuyor. Klasik goth modası ise genel olarak Viktorya Dönemi modasına benziyor. Fakat bu tarz daha karanlık şekilde ve ağır siyah tonlu makyajlar ile kombinleniyor. Bunun yanı sıra genellikle heavy metal gruplarında Deathrock moda anlayışı da epey bir popüler. Ayrıca Cybergoth, Aristocrat, Gothic Lolita ve Haute Goth şeklinde farklı moda anlayışları da bulunuyor. Gotik tarzın genelinde ise onlarca farklı moda tarzı kendine yer bulmuş durumda.
21. Yüzyılın En İyi Korku Filmleri
This post is also available in: English Français Español Deutsch
Yorumlar (0) Yorum Yap