Ülkü Tamer Şiirleri: İkinci Yeni’nin Sevilen Şairinin Şiirleri

Ülkü Tamer Şiirleri

Ülkü Tamer şiirleri dediğimiz zaman elbette ki İkinci Yeni akımından bahsetmek gerekir. 1950’li yıllarda Muzaffer İlhan Erdost tarafından ortaya konan akım, Ülkü Tamer, Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar, İlhan Berk, Sezai Karakoç, Ece Ayhan gibi Türk şiir tarihinin çok kıymetli şairlerinden oluşur. İkinci Yeni, esasen Garip akımına tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, okuyucunun hayal dünyasına hitap eden ve Türkçe’nin kurallarının dışına çıkan dil kullanımı ile bilinir.

1937 yılında Gaziantep’te doğan Ülkü Tamer, küçük yaşlardan itibaren şiirle ilgilenmekteydi. Öyle ki, daha lise yıllarında şiirleri edebiyat dergilerinde yayımlanmaya başlamıştı bile. Eğitim hayatını bitirdikten sonra kısa sürelerle editörlük, oyunculuk, çevirmenlik, yayıncılık gibi farklı meslekler yaptı. Tarih 1959’u gösterdiğinde de Soğuk Otlar Altında isimli ilk şiir kitabını yayımladı.

Ülkü Tamer, İkinci Yeni akımına sonraları dahil olsa da akımın en önemli şairlerinden biri oldu. Kendine has dili ve hayal dünyası ile zaten kendini belli ediyordu. Tüm bunların yanına bir de şiirlerinde toplumsal duyarlılıklara yer verince, sadece İkinci Yeni’nin değil dönemin en saygı duyulan şairlerinin arasında yer aldı. Ülkü Tamer’in şiir anlayışı ve karakteri hakkındaki en güzel sözleri ise Nazım Hikmet’in üvey oğlu olarak da bilinen edebiyat eleştirmeni Memet Fuat şöyle aktarıyor:

“İkinci Yeni’nin çağdaş İngiliz şiirini yakından izleyen, çeviriler yapan, Batı etkilerine açık bir şairiydi. Özellikle 1960’ların ikinci yarısında yazdıklarıyla kapalı şiir anlayışının kusursuz örneklerini verdi. Toplumsal sorunlara yönelirken de şiirinin düzeyini düşürmedi.”

Şiir kitaplarının yanı sıra öykü ve anı kitapları da bulunan Ülkü Tamer, henüz üç sene önce 2018 yılında Bodrum’da hayatını kaybetti. 1965’te TDK Çeviri Ödülü, 1967’de Yeditepe Şiir Armağanı, 1979’da Macaristan Kültür Bakanlığı Endre Ady Ödülü, 1991’de Yunus Nadi Öykü Ödülü, 2014’te Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü ve 2015’te Behçet Necatigil Şiir Ödülü’ne layık görüldü.

Zamana yenik düşmeyen ve bugün bile her okuduğumuzda duygularımızı harekete geçiren şiirlerin unutulmaz şairi Ülkü Tamer’in şiirlerini sizler için derledik.

İşte her biri birbirinden etkileyici Ülkü Tamer şiirleri!


1) Ağıt

Bu toprakta kalır adın
Tohumların arasında
Yeşilinde tarlaların
Başakların sarısında

Yıllar geçse de aradan
Kopar gelir ırmaklardan
Işır yine kurşunlanan
Dostlarının yarasında

Günü gelir dağa çıkar
Yıldızlardan şiir çeker
Kanımızı siler yıkar
Suların en durusunda

Bir annedir bir kardeştir
Ovalarda bir ateştir
Sırasında hayat verir
Ölüm saçar sırasında

Bayrak olur bize yarın
Rüzgarıyla ilkbaharın
Dalgalanır genç kızların
Gözlerinin karasında

Ağıt


2) Aferin Virgül Sana

Aferin virgül sana, sansara dikkat!
Bekçi gibi düdüğünü uzaktan çalıyor,
Uzaktan çiftliğe bir ölüm çiziyor,
Çiziyor bir mezar, kazıcısı ibikten,
Taşları tavuk tüyü, orduları ibikten,
Bir manga sansar almış, kümesi kaçır;
Çünkü aydede sansarı sevmiyor.

Virgül sana aferin, bence çok önemlisin,
Belki nokta değilsin, ama virgülsün;
Ödevimin sonuna nokta koyarım;
Sansarın boynuna ben silgi astım
Silsin diye burnuyla pençerelerini,
Sen çok cesursun virgül, saklanmıyorsun,
Çünkü silgilerden hiç korkmuyorsun.

Sana aferin virgül, silgi sansarı sildi,
Bütün düşmanlar öldü, silgi de öldü;
Piliçler geri dönsün çiftçinin yatağından,
Tirenle geri dönsün, ördek şeftiren olsun,
Tavuklar bando çalsın, horoz da teftiş etsin,
Kazlar madalya versin, sana virgül aferin,
Çünkü sansara bile meydan okudun.

Mor bir kalem gelecek siz hepiniz uyurken,
Düşmanlar öldü diye mışıl mışıl uyurken,
Bir denizi kümesin duvarına çizecek,
Ben boğulunca defterler üzülecek,
Öğretmenime kızdım, kıskansın seni nokta,
Sana nişan takmadım, ama gücenme virgül,
Çünkü bu şiirim virgülle bitecek,


3) Akvaryum

Düşersem boğulur muyum içine,
Akvaryumun o uysal denizine
Sevinmekten kızarınca gözlerim
Kavanozun batık güvertesine.

Belki geçer mi ağzımdan balıklar,
Üçer santimlik kırmızı balıklar
Akşamları yenilenince suyu,
Her akşam ölümüm yenilenince.

Haydin tavşanlar, beyaz marangozlar,
Siz de kuzucuklar, bilmeyen yüzme,
İndiğim o bulanık göğe gelin
Kaçak öğrenciyi tüyle örtmeye.


4) Aralık Ocak Şubat

Bir kardan adam yapar seni
kutuptaki arkadaşım,
biraz güç de olsa havaya kaldırır
ve göğe fırlatmayı becerir.

Güney kutbundan atılan adam
burada kar olarak düşer,
onun beynini gezen üzgünlük
benim burnumun ucuna düşer


5) Bakış

Yürürken o bakışını bırakma,
kasketin gibi kendine ekle onu.

Dağılan bir kuş kanadı gibi
sarsın alnının arkasını.

Patikalarda büyüyen hışırtılar gibi
yüreğinde büyüt onu.

Ayın savurduğu sessizlik gibi
içine savur onu.

Tut elinden o bakışını.

Çeşmeye götür,
su içir ona.

Çıkınını aç,
peynir ver ona.

Dağlara taşı,
rüzgarı göster ona.

Yaşarken o bakışını bırakma.

Yılların hazinesi gibi
öfkenin sandığında sakla onu.


6) Ben Sana Teşekkür Ederim

Ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün,
Ben uyurken benim alnımdan beni sen öptün;
Serinlik vurdu korulara, canlandı serçelerim;
Sen mavi bir tilkiydin, binmiştin mavi ata,
Ben belki dün ölmüştüm, belki de geçen hafta.

Sen bana çok güzeldin, senin ayakların da.


7) Beni Bekledinse

Sevda değildi bu
Sanki bir düştü
Sürecek diyordum
Sonsuza kadar

Takvim yaprağına
Ayrılık düştü
Aramıza girdi
Bu kara duvar

Beni bekledinse
Yağmurda karda
Beni bekledinse
Deli rüzgarda
Beni bekledinse
Yorgun yıllarda
Susuz yüreğimde
Çiçekler açar

Yüzün ay ışığı vuran bir koydu
Saçların gecede saman yoluydu
İçin güneşlerle dolu doluydu
Önce gözlerine gelirdi bahar

Beni bekledinse
Yağmurda karda
Beni bekledinse
Deli rüzgarda
Beni bekledinse
Yorgun yıllarda
Susuz yüreğimde çiçekler açar
Çorak yüreğimde çiçekler açar


8) Bruegel

Gökyüzü ayaklarımın ucundan başlıyor.
Köpeklerin bakışlarında birer keman tadı.
Avcılar ve kuşlar avdan dönüyor.
Zaten her yanda hüzün görülür
Uzakta çocuklar kayıyorsa,
Kızaklar tahtadan yapılmışsa,
Kar dinmişse, avdan dönüyorsa avcılar,
İnsan anlamışsa ansızın, başladığını
Gökyüzünün, ayaklarının ucunda.

Kuş tüyleriyle kaplıdır burunları
Birer sirk emeklisine benzeyen avcıların;
Soluk alır, tüy verirler yorulunca,
Yürekleri birleşir, geniş bir av ülkesi olur,
İçinde tazılar yaban ördeklerini,
Çantalı okullular kar tanelerini avlar.
Norveç’in nüfusunu bilir de okullular
Karın nüfusunu bilmezler nedense.
Zaten her zaman hüzün bulunur biraz.
Norveç’den söz açan şiirlerde.

Gökyüzü ayaklarımın ucundan başlıyor.
Ağzımın kemiğinde dağınık bir şiir tadı.
Gürgenler ve kayınlar avdan dönüyor.
Sırtsız atmacalar çizerdim şimdi
Bir kayığın yelkeni geçseydi elime;
Unutmazdım, yelkenin bir köşesine
Tabut başlı bir avcı yerleştirirdim.

İçime çektiğim hava değil, gökyüzüdür.


9) Gecede

Kararmaya durdu mu ortalıklar
Büyük mor bir ışık yalın kat yüreğinde
Oysa birçokları yalnız gecede
Yaşar en ışıksız yerini bölünerek
Unuttuğu bir şey vardır başkalarının
Oysa bir yerlerde hepsini duyar
Üşür gecelerden bir ince yürek

Ama dağ başında bir yalnız diken
Ama tepelerde iri bir rüzgar
Yaşamazlar birçokları gecede
Karanlık gölgeler düşer yollara
Sonra geçip bütün korkulardan, karanlıklardan
Yiğitçe karşı koyar da bir ince yürek
Yansıyan duru ışıklar gibi iyimserliği
Geçer uzak güneşlerden, sulardan.


10) Geceleyin

Geceleyin karanlıkta
Suya attım ben sesimi
Türkü oldu birdenbire
Denizinden geçen gemi

Geceleyin karanlıkta
Gülümsedim buluta ben
Saçlarına düşen yağmur
Gökkuşağı oldu birden

Geceleyin karanlıkta
Yıldız tuttum gök içinde
Işığını sana vurdu
Bir gül açtı yüreğinde


11) Kırağı

Kırağı taşıdım güne.
Yaprakları, otları araştırdım
Bir kırağı seçtim kendime
Güneş dağına tuttum ısınsın diye
Cebime koydum keyifle
Çıkardım, hava aldırdım
Büyüttüm, misket yaptım
Okuma öğrettim bir anda
gazoz içirdim, limonata içirdim
Sinemaya götürdüm, renkleri beğendi
Maça götürdüm, topu beğendi
Kıyıya götürdüm, denizi beğendi
Ama biraz da korkup elimi tuttu
İstasyona götürdüm, bavuları beğendi
Eve götürdüm perdeleri beğendi
Kitapları karıştırdı, yemek yedi
Plak çaldım, müzik dinledi
Uyudu, güzel bir rüya gördü.

Ertesi sabah erkenden kalktık
Kırağı taşıdık güne.


12) Kıştan Üşüyen Virgül

Defterin birçok sayfasını koparmışlar,
Örtünemez artık virgül bazı sayfalarla,
Kış gelir, virgül üşür,
Kış insanı üşütür,
Üşenen hayvanlar da
Girip toprağın altına
Uyurlar,
Toprağın sayfalarını koparmamışlar,

Çocukların sayfaları her kış koparılır.
Kar toplarıyla voleybol oynayan
Ağaçlarla,
Her çocuğun defterinde
Bir çok sayfası olmayan
Bir çok güzel virgül vardır,

Virgül kıştan üşür,
Çünkü kış gelince koparılır
Artık kalmayan öğrenciliğin,
Artık kalmayan tembelliğin sayfaları,


13) Nefes

Dağın uykusuna, kuşun gözüne,
Sabahın sesine, taşıdım seni.
Kerem’in yaralı, ince dizine,
Irmağın yasına taşıdım seni.
Canın içinden, canımı duyan,
Canımın içine taşıdım seni.
Elma kabuğunda, nar tanesinde,
Gizlenen mermere taşıdım seni.
Gecenin ördüğü, gün kafesinde,
Dolaşan kedere taşıdım seni.
Canın içinden, canımı duyan,
Canımın içine taşıdım seni.
Arının yazına, kışın otuna,
Yaprağın güzüne taşıdım seni.
Yürekten yüreğe mekik dokuyan,
Sevginin göçüne taşıdım seni.
Canın içinden, canımı duyan,
Canımın içine taşıdım seni.


14) Sıra Göller

Haşhaş tarlaları arasından geçeceksin,
Beyaz ve mor haşhaşları havaya savurarak
Yeni bir afyon bulacaksın kendine.
İşte o zaman beni unutma,
Şairini, onun şiir yazan ellerini,
İçine dizilen sıra gölleri,
Kendi kendine konuştuğun seni,
Her şeyi, hiçbir şeyi unutma.

Zakkumların arasından bir şehre gireceksin,
Aşk şiirleri, tabiat şiirleri, tarih şiirleri düşünerek
Bir dinamit yapacaksın kendine.
Korkma, ateşle onu.
Öldürecek nice balıklar vardır sularında,
Patlamayla dirilecek nice balıklar vardır.
İşte o zaman an beni, yaşa beni,
İşte o zaman unutma beni.

Hatırlanacak çok hüzünler bulacaksın,
Onların tohumunu havaya savurarak
Uzun bir yolculuk yaratacaksın kendine,
Her şeyin, hiçbir şeyin yolculuğu.
İşte o zaman an beni, yaşa beni,
Kıyılarda bile boğulan seni,
Bir saz kuşu olarak gezinen hayaletini,
Çeliğinden kemik oyan gövdeni.

İçinde bir kaçakçı yaşar senin,
Kayıkla dolaşır göllerinde,
Beynine tabanca ve şiir satar,
O kaçakçının bakışını sakın unutma.


15) Utanç

Soğuk bir tül örtüyorlar yüzümüze,
Sanki ölmek için beyaz bir uykusuzluk;
Belki utanmasak bizi bırakacaklar,
Terliyoruz, tırnaklarımdan damlıyor kan
Onun üstüne,
Soğuk bir tül örtüyorlar üstümüze.

Hangi odaya saklansak şimdi onlar,
Hangi sokaklara çıksak ölüm;
Girildikçe biten sevişmemiz onlar yüzünden,
Ne zaman boynuna uzansam ölüm kokuyor
Yalnızlıktan, o yalnızlık,
Kelimesi artık şiirde unutulan.


16) Uyku

Bana çiçek gönderme
Bir kuş ağacı gönder
Dallarında gezinsin
Kül rengi güvercinler

Konsunlar yastığıma
Uyutmak için beni
Sırtlarında kuş tüyü
Gagalarında ninni

Kaldırıp yatağımı
Uçursunlar göklere
Kendimi yıldızlarda
Bulayım birdenbire

Bana çiçek gönderme
Bir kuş ağacı gönder
Alnıma dokunanlar
İyileşmiş desinler


17) Virgül Şiir Yazıyor

Adını duymamıştır birçok şairin,
Ama duysaydı severdi,
Adlarından bile sevilen birçok şairin
Şiirlerini okusaydı severdi,

Chaucer, Lewis Carroll, Edward Lear,
Benim başkentim yalnız sizlersiniz,
Kim demiş Paris diye,
Bunu okusaydı Max Jacobu severdi,
Andrade ile Alberti ile Apollinaire de
Sevilir olurdu onun için,

Ama çiftçinin oğlu var ya,
İşte onun insanı sınıfta bıraktıran,
Açılmış bir şemsiyeye benzeyen kitabına
Ziya Gökalpi koymuşlar, bir,
Namık Kemali koymuşlar, iki,
Victor Hugoyu koymuşlar, üç,
Bu şairleri sevmek güç,

İnsanı korkutmayan Shakespearein bile
Bazı tuhaf şeylerini koymuşlar,
Ezra Pounddan derseniz hiç söz açmamışlar
Sağcı olduğu halde,

Okusaydı o şiirleri daha iyi yazardı,
Ama şimdi de kötü sayılmaz yaşına göre,
Tavşanların üşüdüğünü kim anlar
Serin bir çalının dibinde,
Kim yapar her yıl gelince kış
Çitlerin önünde bir kardan tavşan,
İyi olduğu söylenemez bu şiirlerin,
Ama toplum deyip o anda alkış alırken yaşıtları
Doğrusu kötü sayılmaz yaşına göre,

Çiftçinin oğlu büyüyünce çiftçi olur,
Virgül sanırım şair olur,
Neden derseniz, hep havada biter şiirleri,
Sanki direğin tepesindeki elektrikçi
Düşerken havada durmuş biraz,
Şöyle bir çevresine bakınmış gibi,


18) Yazın Bittiği

Yazın bittiği her yerde söylenir.
Böyle kırmızı kalkan görülmemiştir
Ölüleri örten yapraklardan başka.
Çünkü sahiden yaz bitmiştir,
Göle bakmaktan usanır insan,
Koru tutmaktan, yol gözlemekten;
Çadırlar toplanır, yaralar sarılır;
Durgun bir yolculuk, uzun bir şapka
Artık yaprakları beklemektedir.

Aşk mıdır kış gelince başlayan
Beyaz kılıçla yürüyen aşka…
Bırakmaz olur kuşlarını ülkeler,
Yazın her yerde bittiği söylenir;
Yorgunluklar çoğalır silahlardan sonra;
Kardan mezarları görülür ıssızlığın
Ölü öpüşlerin koyuluğuyla…
Aşk kalmıştır otlarda yılı götüren,
Cesur savaşçıları taşıyan kışa.

Her yerde yazın bittiği söylenir,
Çürür çiçeklere yapışan kanlar;
Belki uzaktan iki atlı yaklaşır,
Belki yakından iki yaprak kalkar;
Akşamın örtüsü derelerde yıkanır,
Gökyüzünü görünce gecenin devi
Çıkarıp şapkasından yıldızlar saçar,
Cüceler bunu bilir, gürgenler bilir,
Aşkın uyumadığı her yerde söylenir.


19) Üşür Ölüm Bile

Bir ormanda tutup onu
Bağladılar ağaca
Yumdu sanki uyur gibi
Gözlerini usulca

Bir soğuk yel eser
Üşür ölüm bile
Anlatır akan kanı
Beyaz sesiyle

Diz çöktüler karşısına
Sonra ateş ettiler
Parçalanan yüreğine
Yuva kurdu mermiler

Bir soğuk yel eser
Üşür ölüm bile
Anlatır akan kanı
Beyaz sesiyle

Gelip kondu bir güvercin
Ellerine o gece
Kırmızı bir çelenk oldu
Bileğinde kelepçe

Bir soğuk yel eser
Üşür ölüm bile
Anlatır akan kanı
Beyaz sesiyle

Üşür Ölüm Bile (Ahmet Kaya)


20) Şiir İçin Cevaplar

1
Şiir gecenin kardeşidir,
gündüzün annesi.

Yürekteki büyükbabadır şiir.

2

Şiir örümceğin sesidir,
duvarın şarkısı.

Duvarcının türküsüdür şiir.

3

Şiir yağmurun deresidir,
saç diplerinin teri.

Teknelerin taze sancağıdır şiir.

4

Şiir afişlerin çerçevesidir,
harflerin çizgisi.

Çıngırağın içindeki madendir şiir.

5

Şiir kamyonetlerin mavisidir,
kamyonların yiğitliği.

Faytonların yazılmamış tarihidir şiir.

6

Şiir bakracın çeşmesidir,
kuyunun yolcusu.

Kaynağın bekçisidir şiir.

7

Şiir cambazların dengesidir,
hokkabazların seyircisi.

Sihirbazların rüyasıdır şiir.

8

Şiir üzümün güneşidir,
elmanın kurdu.

Böğürtlenlerin tozudur şiir.

9

Şiir gümüşün simgesidir,
çeliğin yapılışı.

Kurşunun çıkışıdır şiir.

10

Şiir çitlerin dikenidir,
tarlanın sürülmesi.

Rençberin dalgınlığıdır şiir.

11

Şiir tatarcıkların saatidir,
ateş böceklerinin saniyesi.

Tabiatın yıllarıdır şiir.

12

Şiir ölümün gölgesidir,
yaşamanın örtüsü.

Çocuğun savunmasıdır şiir.

13

Şiir kumsalın eleğidir,
kayanın tortusu.

Mermerin sunduğu damardır şiir.

14

Şiir uykusuzluğun şiltesidir,
uykunun haritası.

Balkonun uyanışıdır şiir.

15

Şiir ateşin habercisidir,
yangının kundakçısı.

Yanardağın üstündeki kuştur şiir.


21) O Eski Bir Güvercindi

O eski bir güvercindi gittikçe hatırlanan,
O eski bir güvercindi, uçması da iyiydi bana kalırsa
O eski bir güvercindi, çünkü tenhaydı şehirler,
Benim saçlarıma saklanırdı, benim saçlarım çalılara;
Onu görürdüm göllere girdiğimde, bıldırcın avladığımda akşama,
Gelir ateşime sokulurdu, o eski bir güvercindi,
Başka kimsecikler de yoktu galiba.
Bir başıma sevişen adam mıydım, ben neydim?
Silâhlarımı da severdim, güvercini de,
İnsanları da severdim, hiç görmemiştim oysa,
Ama ben insandım ya, o eski bir güvercindi,
O eski bir güvercindi her şeyi anlamaya.
Nasıl olduysa oldu, sardılar beni birden:
Kadınlar ve erkekler, kemikleri de ortada,
Anlamadım bir türlü, durmadan yürüdüler,
Durmadan toprak kazdılar, şapka giydiler;
Hürlük vardı, verdiler onu, istemek için yeniden,
Belki aldılar geri, beni bağladılar ama;
O eski bir güvercindi, şaşırdı olanlara.
O eski bir güvercindi, bıraktı beni onlara,
Götürmedi kanatlarından bir başka yalnız suya,
Geçti çocuk gölgelerinden, dönmedi artık,
Yapacak işleri vardı utanmaktan başka.


22) Ben Var Ölmek

Ben var ölmek, istemek
Bir boyalı tebeşir,
Karalamak ölümü,
Ondan sonra gidilir.

Bir uzansam çatıya,
Kuş uçursam ilmikten,
Ağzında cam kırığı
Keser ipimi birden.

Dokusam kadehimi
İnce bir arsenikle,
Kandırır tezgahımı,
Dostluk kurar mekikle.

Suda görsem kendimi
Bakarım ayna olmuş,
Ne kemik tarağı var,
Saçımdaysa üçyüz kuş.

Ben var ölmek, isternek
Vişne rengi bir balta,
Tırnaklarını kesmek,
Sonra atlamak ata.


23) Düello

Yenilirsem yenilirim, ne çıkar yenilmekten?
Seninle çarpışmak kişiliğimi pekiştirir benim.
Ayak bileklerime kadar bu deredeyim işte,
Yerin yassı taşları tabanımın altında,
Alnımda birleşmekte güneşin raylarından
Hışırtıyla geçen kartalların sesleri.
Unuttuğum bir bitkinin yaprakları gibi
Göğsüme değerse kurşunların, ne çıkar?

Bilmem nişancılığı, tabanca kullanmadım;
Ama karşıma alıp seni horoz düşürmek de,
Seni vuramamak da yüreğimi pekiştirir benim.
Ölürsem güzel bir ölü olurum,
Saçlarıma yuva kurar bir anda kirpiler,
Kar, örtemeye kalkışır gökkuşağını,
Ve onurlu, yoksul böceklerin gazetecisi
Ben gülümserken resmimi çeker.


24) Güneş Topla Benim İçin

Seheryeli çık dağlara,
Güneş topla benim için.
Haber ilet dört diyara,
Güneş topla benim için.

Umutların arasından,
Kirpiklerin karasından,
Döşte bıçak yarasından,
Güneş topla benim için.

Yazdan, kıştan, ilkbahardan,
Mahpuslarda dört duvardan,
Doludizgin sevdalardan,
Güneş topla benim için.

Seheryeli yâr gözünden,
Havadaki kuş izinden,
Geceleyin gökyüzünden
Güneş topla benim için…

Güneş Topla Benim İçin


25) Hançer

Geçen sonbahar gömmüştük hançerimizi
Kare taşlardan yapılmış bir avluya;
Hem değerli, hem keskin bir hançerdi.
Kabzası erimiştir şimdi, benziyordur
Sığırtmaçların yosun tutan saçlarına.

İskeletine kan yapışmıştır yer altında,
Solucanların, atmacaların kanı.
Avluyu örten kan taşlarına düşüp
Derinlere dağınık bir çizgi biçiminde
Uçmalarını gönderen atmacaların kanı.

Yollarındaki fenerleri yakmıştır deniz.
Hançer tek yenilgisini bizden almıştır,
Bakmaktadır oluğunun ülkesinden akşama,
Düşerken kanatlarına tutunan kuşlara.
Ve biz son yenilgimizi ondan almışızdır.

Bir dilencinin sesindeki gri sessizliği
Nedense ürkütüyor, dağcıların göğünü,
Denizleri sırtlarında birer panterle geçen
İp yürekli gemicilerin yüzünü ürkütüyor
Bir hançerin paslanırken çıkardığı gürültü.


26) İstanbul

Kadın ölür hiç bırakılmadığı kalabalıklardan.
Saçlarına gelip gelip kumrular konar ve sevinir ayrıldığına.
Belki evlenmişti ve yaşamıştı çocukların öldüğü kuytularda,
her gece adlarını unuttuğu şehirlerde.
Hiç bilmediği dağları aramıştı o zaman,
çocukluğunda dinlediği hazineleri.
Kadın ölür, yeniden saçlarına üşüşür kalabalık;
uykusundan iki kişinin başlattığı eski bir karanlığa azalır,
ölmekten hiç bıkılmayan çağlar geçer gölgesinden.
Gölgesinden haydutlar geçer,
dönüp onu kuyulardan çıkarır bir tanesi,
atların en iyisini ona verir; özlediği sulardan çıkar kadın,
ama öteki haydutların çadırlarını görür birden,
yorgun atına bakar ve ağlar belki.
Ve büyür uykusunda İstanbul
İstanbul
İstanbul bir denizdir lale gemileriyle taşınan,
Savaşlara, üzüntüye ve çocuklara taşınan,
Silahların sandıklara saklandığı evlere,
Ve insanlara, açıkça yaralanan;
İstanbul bir sudur akşamların aradığı.
Kalabalık durmadan büyür, kumlar büyür,
Uzanır altın aşklar kulesinden kanlara,
Sevgilerin eridiği kanlara her yapıyla biraz,
Biraz ağladığı bazı kadınların;
Her kelime artar nice kelimelere.
Fenerlerin gerisinde sabahlar ışır
Bir parça sevişmenin anılarına,
Uyanır Osman’lardan bir Kara Osman,
Her yatağı o evlerin, memleketinden
Birer kıl aba olmuş sırtına karşı,
Ağarır saçları sırtına karşı, bulanır,
Oklar bulanır durur içindeki kişiye,
Biner tramvaya önce ayakları,
Bilet ister dudakları, elleri alır,
Kerpiç gölgesinden tanıdığı kadına,
Parasında Taşlıçay, her sayışta eksilen
Ama kutlu bir yalnızlıkta anılan.
Bırakırsa kazmasını, İstanbul bir kova kan.
İstanbul bir kuyudur geceleri büyüyen;
Yıllara bırakıp erkeğinin sesini
İner kadın karanlığa, nerde eski erkeği?
Yankılanır sular veçığlıkları kadının,
İner bulamaz, iner ağlar, iner inilder:
Çelik bıçak kalk!
İliklerime kan doldu, uyan!
Azalır fısıltım yalnızlığa…
Kuzca’daki evi gider, gelmez artık,
Kuyuya indikçe taşlarda yosun;
Görünür surları yeniden İstanbul’un,
Gelir kocası her akşam mezarından,
Yeni taşlar dikerler çocuklarına.
Kadın her uykusunda biraz kin bulur.
Ve şehrin sokakları hep İstanbul’dur.
İstanbul bir çocuktur minarelerde ölen,
Herşeye karşı ve hiç durmadan ölen;
Kalsaydı ninesinin masallarına Çine’de,
Ne güzel saçlarına o perinin, hazinesine;
Hiç bilmeseydi annesini, yeni evleri,
Denizi ve balıkları, ara sıra boğulan,
Anardı bir kere yalnız, Allah babsını.
Şimdi yalnız balıklar boğulmuyor İstanbul’da,
Şimdi çocuklar sıra olmuş giderler denize,
Ağır ağır boğulurlar, çünkü dalgalar İstanbul’a yakındır,
Görünür kayboldukları kulelerden, ağlanır anıldıkça,
Yüreklerden gemiler, kamyonlar, insanlar geçer,
Çiçek yüklü ölümler taşınır İstanbul’a.


27) Kıranlara Selam Olsun

Selam olsun dağa taşa
Yaranlara selam olsun
Ormandaki kurda kuşa
Cerenlere selam olsun

Dünya üstü kara zindan
Boynumuzda yağlı urgan
Yolculardan hancılardan
Soranlara selam olsun

Ölüm canın has yoldaşı
Diken gülün gönüldeşi
Kar altında deniz düşü
Kuranlara selam olsun

Kâğıdımız çaput bizim
Kefenimiz bulut bizim
Mesleğimiz umut bizim
Kıranlara selam olsun.


28) Kırda Vurulanların Türküsü

Telef olduk kır içinde
Hançer idik kına döndük
Tane iken nar içinde
Kuru otta cana döndük hey

Bes Allah’a kullar idik
Toprak bizim beller idik
Ne biliriz eller idik
O toprak da sona döndük

Felek kırdı cümlemizi
Kilitledi sılamızı
Kurar iken kalemizi
Yıkılası hana döndük

Ecel sefa geldi dedik
Yası umut ile yuduk
Ölür iken on beş idik
Şimdi on beş bine döndük


29) Konuşma

Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten
İyi nişan alırdı kendini asan zenci,
bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
sizden iyi olmasın, boşanmada birinci
çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen


30) Ökkeş’in Türküsü

Ağa oğlu paşa oğlu
Önünde evinin yolu
Dilinde güneşin balı
Döşünde çiçeğin gülü
Ağaç sende kurt bendedir
Temmuz sende Mart bendedir
Yetmiş iki sırt bendedir
Her bir sırtta gurbet çulu
Senin elin para tutmuş
Benim elim kara tutmuş
Var içinde dara tutmuş
Ocağımı Tanrı kulu
Boyna urgan oldu kuşak
Küle kesti yorgan döşek
Yoksa dövüş mü dövüşek
N’olacak Ökkeş’in hali


31) Tarla Kuşu

Ölüler geçiyor tarla kuşundan,
gagasından, kanatlarından,
tarlasından.

Düşünüyor tarla kuşu:
ölüm acaba bir tohum muydu?

Dalgalara tükürsen
bire bin verir deniz,
bu kan neleri çoğaltacak?


32) Taştan Asker

İlk oyuncak neydi?
Kilden mi yapılmıştı, sazlardan mı?

-Taştan bir asker yaptım
kurtarsın diye babamı,
sonra boyadım onu
yağmurla.

Asker, dağları aş bu gece,
o iri adamın mağarasına git,
köşede duran babamı getir.


33) Gül Dikeni

Uçakları nedeyim
Gökkuşağı gönder bana
Senin olsun süngülerin
Gül dikeni yeter bana.

Kan kurşundan silinince
Kardeş olur kardeş olur eller bana
Kan kurşundan silinince
Kardeş olur kardeş olur kardeş olur eller bana.

Silahları nedeyim
Benim sevgim mavzer bana
Suya attığım çiçekler
Bir gün olur döner bana.

Kan kurşundan silinince
Kardeş olur kardeş olur eller bana
Kan kurşundan silinince
Kardeş olur kardeş olur kardeş olur eller bana

Gül Dikeni (Ahmet Kaya)


34) Nesli’yle Konuşmalar

avlu. ikindinin anayurdu.
önce avluya gelirdi ikindi,
sonra çatıya çekilirdi
gölgelerin sessizliğine takılarak.
kumru kuşlarını akşama hazırlardı.
denizi düşünürdüm zerdali ağacının altında,
dergilerde resimlerini gördüğüm denizi.
ikindi nasıl sarmalardı o büyük suyu?
ya okyanusu?
sökün ederdi sorular
okuduğum sözcüklerden süzülerek:
denizin tuzu nereden gelir,
gözyaşlarından mı denizkızlarının?
yakamoz
anıları mıdır balıkların?
dere okyanusun ipekböceği midir?
güneşin oğlu kime kılıç sallar gündüzleri,
kızı geceleri kime gülümser?
ayın ardında da uçar mı kartal?
ağaçkakan kimin şiirini yazar ağacın defterine?
neden toprağın altında arar
yıldızları salkımsöğüt?
cırcırböceği
neden yaprağın sesine sarmaz uykusunu?
bütün bu soruların yanıtlarını
yıllar sonra sende buldum. nesli.
sende buldum
dergilerde resimlerini gördüğüm denizi.


35) Dünyada Ne Kadar

Dünyada ne kadar kuş varsa
bir fazlası senin soluğunda
bana bir ninni söyle
savurup atsın yorgunlukları
ormanın savaşını bağışla
bağışla kuytunun sessizliğini
gözlerimin arkasında çatlayan
tohumun coşkusunu anla
uçurumlardan örülmüştür çünkü
sıradağları yaratan sevda


36) Getir Bana

Varsın yaz biterse bitsin
Sıcak bir kış getir bana
Uykumda sarılmam için
Sonsuz bir düş getir bana
Karda gül açar mı deme
Güneşini esirgeme
Ek yağmuru yüreğime
Bir damla yaş getir bana
Besler beni senin sevdan
Elimi tuttuğun zaman
Bir bulutun kanadından
Küçük bir kuş getir bana


37) Seni Seviyorum

Benim için dünyanın en taze sözü bu
Yalın, aydınlık sözü
Sana her söylediğimde de hep taze kalacak böyle
Yalın, aydınlık olacak
Seni seviyorum
Kartalın dağa tutkusu var ya
Dağın dereye duyduğu sevecenlik
Derenin yatağına uyumu
Yatağın kıyıya usulca sokuluşu
Kıyının kelebeğe öpücük yollaması
Kelebeğin çiçeğe gösterdiği özen
Çiçeğin güneşe onurla dikilişi
Güneşin yeryüzüne kanat germesi
Topla bunların hepsini
Bu duyguların hepsini topla
Koy yüreğine ve oku İki kelime belirecek şıkır şıkır:
Seni seviyorum
Seni seviyorum
Karanlıklardan geçirdim seni
Seni seviyorum
Ay tutulmasını yaşattım sana
Seni seviyorum
Kasırgaya yakalandık okyanusta
Seni seviyorum
Kayalar çıktı önümüze
Seni seviyorum
Acemi bir denizciydim, usta gemici oldum
Haydi!
Sabaha artık!
Tan yerine!
Tam yol!
Yüreklerimizin yeliyle!
Seni seviyorum
Benim için dünyanın en taze sözü bu
Alnında dolaşan bir kumru kadar yalın
Seni seviyorum.


38) Yazmasında

Yazmasında bozkır uzanır.

Acısını dolar saçlarına.

Kasketinde kar ateşi.

Agilinde kurşun anısı taşır.

Arkadaştır
Doğan günle, batan günle
Güneşin her türlüsüyle
Ayın hilâliyle, ondördüyle
Gökte kalanıyla yağmurun
Selin savrulanıyla
Dikenin tırnak kadar gölgesiyle
Irmağın parmak kamaştıran taşıyla
Arkadaştır dağın efsanesiyle.

Mintanında sürüler otlar.

Rüzgârı yerleştirir derisine.

Yakasında küf böceği.

Sakosunda bebe kaçağı taşır.

Kardeştir
Kuzuyla, canavarla
Yol tüketen merkeple
Devenin resmiyle, kendisiyle
Kanat vuran sevdasıyla şahinin
Cerenin türkülenmiş sesiyle
Kumrunun dem çekeniyle
Yaralı toynağıyla atın
Kardeştir Şahmeran’ın masalıyla.

Çarığında sabır taşı büyütür.

Tohum eker ayağına.

Çorabında dut kurusu.

Şalvarında mayın tarlası taşır.

Candaştır
Sabah gözleyen nineyle
İstasyon görmüş oğulla
Tükenen tarhanasıyla gelinin
Sağdıcın borç bulanıyla
Komşunun ağıt dokuyanıyla
İçine ağu katılmış tuzla
Alın yazısını çatlatan kuraklıkla
Candaştır elinin emeğiyle.

Şiir bilmez, ama şiirin hasını taşır.


39) Soğuk Otların Altında

Atlarında taşındıkça yorgunlar…
Öyle görüyorum; anlıyorum ki günlerce o yerleri hiç bırakmamışlar; yemeklerini bile galiba o atların sırtlarında yemişler.
Ey benim yalnızlığım! Soğuk otların altından bakacağız onlara,
değil mi?
Onları ağaçların bittiği yerde görüyorum. Yorgunlar. Anlıyorum ki ormanın çevresinde dört dönmüşler. Benim çıkmamı bekliyorlar. Beni götürecekler.
Ey benim yalnızlığım! Bu kadar eğilmeselerdi üstüne senin. Bu kadar anlatmasalardı seni. N’olurdu, yalnız ben yazsaydım bu yapraklara seni. Seni yalnız ben bilseydim. Beraber ölseydik seninle.
Ne aptal adamlar! Oysa ki nasıl olsa bırakacağım buraları bir gün. Gidip evlerinde otursalar ya, okula bile başlamamış ölü çocukların gezindiği büyük sobalarda. Nasıl olsa, oysa ki nasıl olsa bir gün kapılarını çalacağım. “Ben ormandan geldim,” diyeceğim. “Beni yanınıza alın,” diyeceğim.
Soğuk otların altında büyük çocuklar. Oraya da gitmesek, ey benim yalnızlığım! Evet, soğuk otların altında kuş mezarları vardır belki.
Ben yalnız seni istedim belki.
Ben yalnız bütün ormanı belki.
Ben yalnız ışıklarını şehrin.
Neden, anlamıyorum bir türlü, neden bu ormanı istedim ve neden, anlayamıyorum bir türlü, neden beni istiyor bu kaçtığım atlılar? Gizliden gizliye onları istediğim için mi?
Atlarında taşındıkça yorgunlar.
Ne güzel! Onları yoruyorum. Bu sürüp gidecek anlaşılan; hemencecik ölüversek. Bekleseler. Dönseler. Hep bekleseler.
Ölüversek.
Soğuk otların altı…


40) Seni Sevdim, Olur Mu?

Büyüsem asarlar beni, çınar olur ağacım,
Elmaların gümüşten çekirdekleri olur;
İstersen ellerini bağlarım, on kuruş alırım,
On kuruş alırım, yolculuğa çıkarım,
Oradan bir elma ağacına çıkarım;
Bütün komşular üzülür buna.
Asarlar beni belki bir yıldız ağacına,
Ay ışır belki cebimdeki kupadan,
Çünkü her yolculukta on kuruş vardır,
Çünkü şarap içilir, düğme dikilir;
İstersen gece olur, bıçaklar olur,
Bütün komşular keserler elma.
Çekilir kepengi denizin, başlar usulca koru,
Kahverengi bir gömlek giyerim sana doğru.


41) Korunun Öpüşleri

Çıkrık başında oturup yaşayışlarını yünlerle ilgileyen genç kızlar. Tebeşirle büyü çemberleri çizen delikanlılar.
Korunun öpüşleri sizi uyandırsın.
Bakın, derenin devine karşı büyük bir hışırtıyla döğüşüyor ağaçkakan ordusu. Şehrin çatısındaki yapışkan yarasalar bile silkinip uçtu, sessizliğin eğri çizgisiyle iniyor ağaçlara.
Tül perdelere geçirin tırnaklarınızı, gecenin cibinlikleriyle savaşın.
Ölümün köpüklü kuyularından yapılma bir aşkla geliyorum.
Beni iyi karşılayın.
Bana oraları, diri otları gösterin.


42) Geceleyin Maniler

1
Yoluma yar mı değdi
Dalıma mor mu değdi
Gönlümü yumuş iken
Külüme kor mu değdi
2
Yastığımda iki kuş
Biri beter yorulmuş
Mum ağacı sönmüş de
Karanlık sağdıç olmuş
3
Günü düresim geldi
Dünü göresim geldi
Karanlığa çığırdım
Yıldızdan sesim geldi
4
Alnımda ay taşırım
Düşüm biter üşürüm
Elim elime değer
Ben bana konuşurum
5
Geceye gece kattım
Otun dibinde bittim
Döşümü tezgâh edip
İçime mekik attım
6
Gül ağacı gül takmış
Bir gülü yana yıkmış
Sevdam burda kalmış da
Yüzüm gurbete çıkmış
7
Gökyüzünden göç gelir
Bu göç niye geç gelir
Uykunun öte yanı
Uyuyana hiç gelir


43) Günlerden Sevdalardan

Nereden geliyorsun?
Sessizliğin başkentinden geliyorum
Durgun göller ülkesinden
Pınarın büyüsünden
Hışırtısından geliyorum yaylanın
Bir dağın bir ağaca söylediği şarkıdan
Ovadaki tek çiçekten
Bir yayın yelesinden geliyorum
Yeraltında koşuşan kökler arasından
Açılmamış bir kitaptan geliyorum
Yalın bir şiirin güzelliğinden
Güzellikten geliyorum, güzelliklerden
Yürekteki kuş tüyünden, balkondan
Camın buğusundan
Çarşafın ütüsünden
Tabağın beyazından
Bir ihtiyarın gülümseyişinden geliyorum
Bir annenin dalgınlığından
Kedilerin gözlerinde okunan
Tarihinden geliyorum kuyumculuğun
Karın arkasındaki maviliğe
Gökyüzüne boydan boya kazınmış
Bir mühürden geliyorum
Uzak bir yıldızdan geliyorum
Geceleri geliyorum, sabahları
Gündüzün ortasında, ikindinin içinde
Savrularak geliyorum, fırtınayla
Elinden tutup bir kasırganın, onu da getiriyorum


44) Çocuk ve Şehir

Başladı işte.
Tozlu yollar bitti, uzun yollar başladı.
Demiryolları başladı gökte,
cambazların dolaşmadığı teller,
o tellere basıp baş aşağı yürüyen taşıtlar,
mağaza önlerinde ağrı, kuşlarda düşüş başladı.
Avuçta alın yazısı, saçta kar,
bacalardan diken tütmeye başladı.
Sevdalı yavrum, sende sevda başladı.
Ne kadar yağarsa yağsın yağmur,
içinin ovasını sel basmıyor burada.
Elmalar bile imrendirmez oldu seni.
Otlaklara, derelere, çayır böceklerine,
ağaçlara bile gücenik oldun.
Yeni ceketine bile kırgınsın şimdi,
kundurana bile uzaksın.
Kendine bile yeniksin, benim eski
benim eskimiş-sevdalı yavrum.
Yürü, hep yürü, durmadan yürü,
o dağ sana adını vermişti köyde,
bu sokaklar sadece tabela sunuyor.
Yürü, boyuna yürü, gün gelir
tabelaları indirirsin köşe başlarından,
kimliğini asarsın onların yerine,
açlık seni doyurur,
yoksulluklar seni besler,
büyük sevdan, kendine bile sığmaz.


45) Küheylana Ağıt

Uç küheylanım, uç,
küsü mü tutarsın yıldızlarla ki
başını bile çevirip göğe bakmazsın,
pusarsın bağın orta yerinde,
alaca üzümlere dikersin gözlerini;
niye uçmazsın?
Senden ötürü ne derler bak Sakcagöz’de:
“Neresi küheylanmış onun;
kişnese karga kağladı bellersin.
Sağsız beygirin teki. Kırşak tarlası.”
Bunları derler, daha nicesini söylerler.
Ama küheylansın sen,
küheylanımsın;
uç küheylanım,uç
gecenin içine fışkır, yaldır yaldır yansın kuyruğun,
gelişini seyyareler birbirine fısıldasın;
bukağı mı geçirdim sana,
niye uçmazsın?
Gözlerim acıştı sana bakmaktan.
Nice geceler geçti,
ay değirmi oldu hüyüğün üstünde,
böcekler kemirdi çultarını,
o çultar ki, attın mıydı sırtına
kıştan ve alevden korurdu seni,
bütün büyülerden korurdu seni,
çifte benekli şehla gözlerden,
kantaşı altındaki akrep yuvalarından,
yıldırım vurmuş payam ağaçlarından,
her bir şeyden korurdu seni,
muskaydı sana
ağusunda karşı kara yüreklerin.
Kıpırdan biraz.
Sen bu dünyayı arayatı mı belledin?


46) Yalnız Aşkı Yaşamaya

Aşkın o şanlı yalnızlığı
Hüznün arkasına saklı o ormanların,
Usulca kuşların, yakın ırmakların,
Gece dolaylarında uzayan güneş,
Bırakılmışlığı sevginin ve tanrının.
Çocuklar darağaçlarıdır aşka,
Çoğalmaya o ulu fısıltılara,
Gelip bozmaya çimenlerini avuçların.
Bir amaç yapmaya aşkı
Sevgiye ve tanrıya.
Duru göllerde sevişirler,
Ak tenleri belirir karanlıktan,
Görülür her zaman nasıl korkunç
Görülür ararlar aşkı uzaktan,
Uzanacakları yerde ılık boyunlarına
Çocuk kelimeleri erir dudaklarından.


47) Şahdamar

Ey sevgilim gülüm yârim
Can içinde şahdamarsın
Fermansın sen bu dünyaya
Neye baksam sen varsın
Yola düştüm ay batarken
Derelerde buldum seni
Ötelerde sanır iken
Berilerde buldum seni
Kanatları gümüş seyran
Sürülerde buldum seni
Çiçeklere gün taşıyan
Arlarda buldum seni
Ekmeğimi dörde böldüm
Yarılarda buldum seni
Ölülerden haber aldım
Dirilerde buldum seni
İçimdeki çıralarda
Dışımdaki törelerde
Bilemezsin nerelerde
Nerelerde buldum seni


48) Pazar

Senin gecen mi kuş tüyleri bırakıyordu
bir derenin yatağına usulca?

Gümüş karıncalar mı gezdiriyordun
mantarların arasında gülümseyerek?
Usanma diye aynı sözlerden
bir tılsım mı arıyordun kendine?
Kendine ve kendi kendine.


49) Tabiatın Bahçeden Görünüşü

Önce bir aslan girdi bahçeye,
gördüğü ilk kasımpatıyı yedi.
Büyük bir bando kurdu güneş,
serçelerle kırlangıçları barıştırmak için.
Bu bir kumrudur, çocuğum,
saçakların tarihi ondan sorulur.
Bu uzaktaki çaylak da olabilir,
atmaca kılığına girmiş bir çakal da.
Zerdalileri gören karıncalar
karafatmalara nasıl da imreniyor.
O gördüğün yüksek bir duvardır,
sen onun öyle eğildiğine bakma.
Evet, haritadaydı deniz,
ırmağın çizgisinden dokunmuştu.
Mekik yerine turna balıkları,
tezgah yerine büyü kullanılmıştı.
Kaplanlar, panterler girdi bahçeye,
kamlumbağa göğe çıktı.
Herkesin uyumasını bekler kamlumbağalar,
sonra teker teker uçarlar.
O uzaktaki kaplumbağa da olabilir,
uçmayı unutmuş bir kartal da.
Bütün ağaçları ezberle,
geceyi ezberlediğin gibi.
Yağmurun biçimini ezberlediğin,
Yaprakların tadını ezberlediğin gibi.
Bir nilgay* girdi bahçeye,
gözlerine göz akı arandı.
Sürüngenler bile zıplıyor şimdi
yüzlerce renge yakışarak.
Bak, o gelen bir horozdur,
havuza meydan okuyacak.
Havuz sana gölleri hatırlatsın,
göller sana ol yalnız parsı hatırlatsın.
Her ikindi dolaşmaya çıkardı,
kendi içinde gezinirdi.
Ders kitaplarında okuduğun
kangurular, lamalar giriyor bahçeye.
Birinin karnında cep,
öbürünün dudağında acı var.
Senin saçlarında toz,
alnında karanlık var.
Saç karanlığını kuytulara,
her yeri aydınlat, çocuğum.
Gökkuşağı kanat oldu,
seni korumaya söz veriyor.


50) Türkü Söyleyen Adam

Suya atsaydım söylediğin türküyü
su yadırgamazdı.
Şahine verseydim söylediğin türküyü
uzun bir dağ çizgisi yaratırdı kendine.
Pamuğa yollasaydım söylediğin türküyü
sessizlik getirirdi ovadan.
Ocağa tutsaydım söylediğin türküyü
bütün damları ısınırdı köyün.
Tünellere saçsaydım söylediğin türküyü
gelincik tarlarına dönerdi karanlıklar.
Daya başını vagon camına
türkünle çek treni
yolcular sesine yabancı değil.
Bir uzun hava yarıştır telgraf telleriyle
rayların mekiğiyle bir ağıt doku.
Bizden önce ulaşsın sesin Narlı’ya
kuşun kanadından sırma çeksin
dağın üstünde tutsun akşam güneşini
ışık kılıcı yapsın sazlıkları
uyandırsın istasyon memurlarını
ve herkesin kasketine
bir balarısı iliştirsin.
Dilsiz cerenlere dil veren sesin.


51) Yaz

Yazı deniz kıyısında geçirmek güzel şey,
Yeniden okunan bir kitabın dostluğunu taşır dalgalar,
yosunlar, tanıdık satırlar olur.
Rüzgârın yönünü çevirmek elindedir,
düğmesine basarsın, susar.
Güneşi başlatmak ise bütün gün elindedir.
Bir kayığı vardı adamın,
adını “Hanoi” koymuştu.
Özenerek kırmızı boyayla yazmıştı harfleri, kendi eliyle,
tam iki saatini vermişti bu iş için,
sabahleyin başlamıştı yazmaya, çaydan sonra,
biradan önce bitirmişti,
o kadar dalmıştı ki işine,
akşamleyin anlattığına bakılırsa
sabah denizini bile unutmuştu.
Sonra bütün hafta balığa çıktı,
izmaritler, istavritler yakaladı,
akşamları evinin bahçesinde pişirdi onları,
tanıdıklarını çağırıp buzlu rakılar içti,
işçi yürüyüşlerinin önemini belirmekten kaçınmadı,
toplatılan dergilerdeki yazıları savundu,
bazı kızları kendine hayran bıraktı,
ortaklarını kırar gibi oldu,
güzel fıkralar anlattı,
ay ışığında herkesi geçti yüzmede,
gece yarısına doğru midye topladı.
Evet, güzel şey yazı kıyılarda geçirmek,
deniz, batık kalyonların kokusunu getirir,
konuşacak konular verir insana
deniz kestanelerinin dikenleri.
Kayıklarımıza “Hanoi” adını koyup
balığa çıkmaktan başa ne yapıyoruz ki?


52) Bir Soyguncunun Yüzü

Artık yüzün
Yaşlı bir adamın yaşlanmaya başlamış yüzü,
Uzun süredir yolcuların inmediği
Bir hanı andırıyor gözlerin.
Kanlı, akıtan bir sevgiyle örtmüştük yeraltını,
Durgun bir sevgiyle açacağız gökyüzünü,
Senin yüzün
Durgun bir sevginin yıktığı gökyüzü.
Bir boğa getirdim sana,
Soluyan bir boğa değil bu,
Soluk alan bir boğa getirdim sana,
Şiirin, güvenin, aşkların,
Sahi, aşkların boğasını,
Çekimser, bekleyen boğasını,
Bu çeşit sıfatların boğasını getirdim.
Aynı boğa, kolunun altında geçen
Tek başına yaşadığın süreyi
Bir bıçağın ucuyla Olympos arasında.
Hades’ten kaçırdım onu, bak,
Biraz yaralanmış, biraz zincire vurulmuş,
Senin zincire vurulmuş yüzün
Durgun bir sevginin yıktığı gökyüzü.
Elinin perdeleri iniktir bu akşam,
İki martı kuşunun yerleştirdiği
Senin sigarayı ürkekçe tutan,
Gittikçe titremeye alışan,
Üstünde dövmeler belirmeye başlayan
Ellerine, iki kuşun yerleştirdiği
Akla gelen her çeşit perdeler
İniktir, solmaktadır bu akşam.
Boğanı geri getirdim sana.
Hades’ten, içimin evinden kaçırdım,
Göğsümün kurumuş mürekkebinden.
Senin için kaçırdım, yalnız senin için,
Senin sahici gözlerin için,
Senin sahici yumruğun için,
Senin için kaçırdım boğayı, sana.
Akşamdır, iniktir elinin perdeleri,
Bileğin, bir sigaranın düşmeyen külü,
Tırnakların, devlerin çiğnediği birer itki,
Ucuzlamış uzun bir cekete benziyor parmakların.
Herakles’i bile titretir güçlü parmakların,
İstesen dünyanın bütün tüfekleri,
Yayları, hançerleri bir büyük testi olur,
Güneşi doyuran bir büyük kaynak.
İstesen mitologya yeniden yazılır,
Tunç bir dağa oyulur terli omuzların.
Senin terli omuzların ilerde ara sıra
Bazı şeyleri kopararak içinden
Usulca durgun sevgini hatırlayacak.
Gören bir soyguncu diye adlandırır seni,
Oysa sen, yaşamanın iyiliksever soyguncusu,
Toprağın, duyguların, çıkışların haydutu,
Ürkekliğin, içtenliğin yol keseni,
Yalansızlığın, açıklığın korsanı,
Sevincin, sevincin, hüzünlerin eşkiyası,
Bir bardak birada ağlamanın haramisi.
Gören de bir harami diye adlandırır seni,
Yıllar sonra sert çizgilerini anar.
Akşamdır, iniktir elinin perdeleri.
Çocukların koşuştuğu bir avludur kalbin;
Dilsiz, ama ağlamasını bilen çocukların
Gökten geçen leyleklere bakması kadar
Sessizdir kalbin.
İşte, sana bırakıyorum boğayı,
Hades beni bekliyor, dönmeliyim;
Sen de beklenir birisin, unutma,
Kendinin bekleyicisi, kendinin tuhaf bekçisi,
Çık güneşe, yeni bir ateş kur
Herkesin, ama yalnız ikimizin boğasıyla.


53) Pazartesi

Kendi kendine dağılan çocuk
film bittiği zaman beyazperdede.
Kovboyların hepsi gitti
seni kim kurtaracak?
Kim kurtaracak seni
kurşunlardan, acılardan?
Kelimelerden?


54) Bir Adın Yolculuktu

1
Kavaklık neresiydi, İthaka neresi
Belki Kırkayak bahçesinden başlamıştı yolculuğun senin
Belki Nurgana’dan
Başpınar’da konaklar mıydı Odysseus
Penelope kurar mıydı tezgâhını Kayacık’ta
Troya neresiydi
Agamemnon
Bir dağ-yüreğinin sesiydi
Meyan şerbetçileri dolduruyor sokakları
Sebil sarıp sarmalıyor ikindiyi
Alçalan güneşin altında Kyklops
Birecik yolunu gösteriyor tek gözüyle
Dağ yeli, dağın yüreği, söyle
Kimdi Odysseus
Antep’e gelenlerin delisi miydi
2
Berberlerin artık yorulma saatinde
Düşlerin bitip bitip başladığı bu saatte
Eşekleriyle yola koyuluyor pazarcılar
Bu adam Mazmahor’a yakın oturur
Bir adı İbrahim’dir, bir adı başka
Turuncu güvercinler yetiştirmeyi koymuş aklına
Güneş doğdu muydu üzülür
Olmayan kılıcını takıp beline
Hüyüklerde bir Aias aranmaya başlar hemen
O gelen kim
Sorma bana
Adını hiç söylemez
Sirenlerin diliyle konuşur sadece
Şu gelen Humanızlıdır
Güvercin değil, evler büyütür içinde
Boş vakitlerinde taş yontar
Öyle bir sur yapacak
Öyle bir kale kuracak ki günün birinde
Tahta atlar değil, uçan atlar bile giremeyecek
Gümbür gümbür yalnızlığına Hektor’un
Berideki ise leblebi satar
Akhilleus’n düşlerine mi özenir kalburu başında
Yoksa Patroklos’un ölümüne mi
Kendisi bile bilmez bunu
Kafası karıştı mıydı
Alır bir avuç leblebisinden
Alleben’de rakı içmeye gider

3
Neresiydi İthaka
Ne işi vardı burada Odysseus’un
Yılanların uykusunda ne işi vardı
Sığırcıkların akşamında
Kanatlı kısrakların uçuştukları gecede
Sabahın sessiz patlayışında ne işi vardı
Hep bunu soruyor, bunu konuşuyordun
4
Yolculuğun nereden başlamıştı senin Antepli
Bir yolculuğun Davut’un demirci dükkânından
Bir yolculuğun Şükrü’nün götürdüğü bayram yerinden
Bir yolculuğun Mehmet Efendi’nin Camlı Kahve’sinden
Bir yolculuğun Nakıp Ali’nin sinemasından
Bir çok yolculuğun Nakıp Ali’nin sinemasından
Bir yolculuğun Arasa’daki isimsiz kebapçıdan
Bir yolculuğun Uzunçarşı’daki buzlanmış tuluklardan
Bir yolculuğun Kalealtı’ndaki boya kokularından
Bir yolculuğun Dunlop Garajı’ndaki dokuma tezgâhlarından
Bir başka yolculuğun
Narlı’daki sivrisinek uykularından başlamıştı senin
Narlı neresiydi, İthaka neresi
İthaka neresiydi, Troya neresiydi
İstanbul neresiydi Ulukışla’dan sonra
Kayacık’ta mekik atarken Penelope
Düşünüyordu:
İstanbul
Uslu bir çocuğun sesiydi
5
Günlerden, güneşlerden, karanlıklardan geçtin
Dehlizlerden, akrep sırtlarından geçtin
Karpuzatan’dan, Dülük Baba’dan ve her gün Saburcu’ndan
Hacivat oynatanların şarkısından
Kaçakçıların saatinden, Çukurbostan’da bekçi düdüklerinden
Her gün en az bir kere geceden geçtin
Bir adın yolculuktu, bir adın başka
Şafak sökerken Zeus
Hemingway’in öykülerini bırakıyordu senin sunağına
Tarancı, Necatigil, Ziya Osman Saba
Kitapçı dükkânını taşıyordu Arif Güzel’in
Yılanın su içtiği pınar başına
Lady Macbeth’i savuruyordu düşlerine uyku
Kimbilir nereden başlatmıştın yolculuğunu
Sait Faik’den mi, O’Henry’den mi, Çehov’dan mı
Su almak için indiğin istasyon
Bozkırında mıydı Gorki’nin, Konya ovasında mı
Vagon penceresinden arılar giriyordu
Gümüş örümceklerle savaşarak
Günlerden geçiyordun, gecelerden
Troya’da arıyordun Antep’te yitirdiğin dizeleri
Eliot koşuyordu yardımına, Pound, Jacob, Frost,
Dıranas, Nâzım, Dağlarca,
Caldwell, Steinbeck, Istrati, Poe, Kafka, Silone,
Bruegel, Dufy, Picasso, Degas, Vlaminck,
Alberti,
Andrade,
Lorca.
Bu arada adını soruyordu koridordaki saraç.
Bir adın yolculuktu, bir adın sevda.
6
Çocukların artık yorulma saatinde
Güneşin batıp batıp doğdurğu bu saatte
Yola koyulan pazarcılar oldun
Tahta bir iskemleye oturup kahveleri dolaştın
Hermes’in sandalları bile gerekmiyordu sana
Haritalarını çizmek için Olympos’un, Gâvur Dağı’nın
Surlar yaptın
Leblebi sattın kendine
Narlı, Haydarpaşa, Waterloo, Gare du Nord, Termini
Bütün istasyonlarına uğradın dünyanın
Her yere biletini her yerden aldın
7
Kavaklık neresiydi, İthaka neresi
Kimdi Odysseus
Antep’ten gidenlerin delisi miydi


55) Kar

Kar. Senin adın kardı
yolculuklarda. Beyaz.
Uykulu geyiklerin
çektiği anılardı.
Yine, işte yine güz
bitti ormanlar için.
Bitti. Başladı doğa.
Uçuşuyor göğün mor
yırtılmış pelerini.
Ne kar var, ne beyazlık.
Aslında geyik de yok.
Belki bir kaplumbağa
usulca götürüyor
sırtında kar sesini.
Su. Senin adın suydu.
Akarsu. Geceleyin.
Karanlıkta geçerken
içinden bir denizin
denizi büyüten su.
Suyu dirilten balık.


56) Bizim

Canlar canı dosta giden
Kahır dolu yollar bizim
Sevdamızdan sual eden
Sevda bilmez kullar bizim
Samanyolu sarı diken
Gün devşirir yıldız eken
Bizden kopup bize akan
Ay üstünde seller bizim
Harap olmuş uyku evi
Düşe batmış paslı çivi
Yanıp gitmiş gökte mavi
Yere yağan küller bizim


57) Kumrunun Şiiri

Geceleyin bülbül sesi
Kedi mırıltılarına karışıyor odada

Sıcacık, sıcacık kumrunun göğsü
Aşağıda, mutfakta
Naneler hışırdıyor usulca
Seni uyandırmaktan korkuyorlar sanki
Kumru
Yummuş gözlerini
Sıcacık, sıcacık kumrunun alnı
Koruya fırlıyoruz seninle
Katırtırnakları içinde yüzüyoruz
Böğürtlenler, papatyalar, sevdalar içinde
Elin bir kuşun ılık kanadı
Gözlerin bayram yerinin fişekleri
Burnun uçsuz bucaksız düşü bir kedi yavrusunun
Süzülüyoruz, süzülüyoruz
Gündüzlerin, gecelerin göğünde
Güneşlerden, yağmurlardan geçerek
Hiç, ama hiç susmuyor bülbül
Bizi izliyor nereye gitsek
Bir yaprak oluyor bizi izliyor
Pencerenin camına konuyor
Ve sana bakıyor uzun uzun
Uyuyorsun
Kumru uyuyor
Sıcacık, sıcacık kumrunun yüreği


58) Bir Yolculuktan

Kar, ufkumuzu genişletiyor.
Adresler arasında Şubat ayının adresine rastlıyoruz,
Böcekler arasında uykunun sesine.
Yıl, sıcak ağılına bir tipi olarak çekiliyor şimdi.
Anmamak olmaz
Osip Mandelştam’ın mısralarını:
“Petersburg’da buluşacağız yine
Güneşi oraya gömmüşüz gibi.”
Bir kızakla taşıyoruz acılarımızı,
Yamaçlardan hız kazanarak iniyoruz
kendi içimize,
Kurt izleri arasında bir çılgınlığın yıkıntılarına rastlıyoruz.
Anmamak olmaz yazılmış güzel şiirleri,
Bağışlayan edebiyatı,
Dorukları okyanus yapan yağmuru.
Şiiri gömdük ama yürekte buluşuruz
Kazmalarımızın çarpacağı kristal harflerin umuduyla,
Issız bir adaya inmenin sevinciyle.
Acılar, kızağımızı götürüyor.
Derelerin, madenlerin arasında dolaşıyoruz
Alın taşımızda kırmızı bir lekeyle.
Omuzlarımıza yeraltı kuşları tünemiş
Bir kafes sanarak dışımızı,
Kendilerine usta birer avcı aranıyorlar.
Ovalarda buluşuruz.
Bir şiir kitabının beşinci sayfasında.


59) Uzun Bir Irmağın

Uzun bir ırmağın ucundasın
Kıvrılan, dönüp gelen bir ırmağın

Bu yakasında
Sevdanın ve acının şahdamarı oldun ansızın
Dağları dağlarla çarpan sensin
Senin sesin.


60) Bir Mektup

Yıllar bana senin adını unutturmadı dostum
gözlerimin içinde duran ve herkese kendini söyleyen adını.
Senin adını mırıldanıyordum öğle üstü
hava o kadar sıcaktı ki, saçlarımın arası bile güneşlerle doluydu.
Dağ çiçeklerinin arasından geçtim, dereye ayaklarımı
soktum, durmadan senin adını mırıldandım.
Dostum,
kaygılar, yolculuk edecek köşe bırakmadı sana,
toprağın altında bir kulübeye kapattı;
o kulübenin duvarlarını sessizlikle örmüşler, bu yüzden ses
geçmiyor içeriye,
duvarcılar erimiş malalar kullanmışlar duvarları yaparken,
çekülleri küftenmiş, sık sık dağılırmış.
ama sessizliği üstüste koymayı başarmışlar.
Biliyorum, çıkman zor olacak aramıza,
ama yine de yazmak istedim,
geçenlerde gölgeni gördüm caddede, beni adım adım izledi,
oturduğum koltuk oldu sinemada,
benimle birlikte bir kitabın ilk sayfasını imzaladı,
denizde çabuk üşüdü, gülümseyerek kurulandı,
güzel bir gölgeydi, kendini benden esirgemedi,
içiçe yaşadığım için gölgenle
yazmak istedim sana.
Her şeyden önce şunu unutma:
korkuların da tadına varacaksın,
daha doğrusu, o korkular anlamsız gelmeye başlayacak sana,
korku bile olmayacak,
işte o zaman öfkeni kullanabilirsin dostum,
kayıtsızlıklardan geçerek edineceğin öfkeyi.
Bunun için genç olman gerekmez,
sana orta yaşlılardan birçok örnek verebilirim,
hem hiçbir şeyin vakti geçmemiştir ki,
daha 1970 yılındayız,
yılların en gencinde.
Duvarları sessizlikle örülmüş kulübe yapmak kolay değildir,
o duvarlı yıkmak belki daha zordur,
ama senin gibi bir insan için kulak kesilmek, bizim
fısıltılarımızı bile duymak kolaydır,
bana inan dostum,
şimdiye kadar hiç kandırmadım seni,
kolaydır diyorum onurlu bir insan olabilmek.
İki fotoğraf gönderiyorum sana.
Birini bir dergiden kestim,
1919’da Amerika’da çekilmiş, Nebraska’da
bir zenciyi linç edenlerin, yakanların yüzlerini göreceksin,
ama seni bilirim dostum,
o yüzlerin arkasında gizlenen filigranlı hışırtıyı hemen duyarsın
ve geceye nefretin beyaz karıncalarını dağıtan
kutsal alevi hemen hatırlarsın.
Bizim kelimemiz sevgidir,
ama sözlükte nefret daha önce gelir;
elinde çiçeklerle fotoğrafçıya poz verenlerden
bu eşsiz fırsatı kaçırmamak için başını uzatanlardan,
plajda resim çektirir gibi kasılanlardan nefret et,
bunlar zavallı kuklalardır diye düşünme,
zavallılar bir zenciyi yakabilir belki,
ama tarihin sayfalarına et kokularıyla burun buruna geçmez.
Bu alçakların köpekliği yüreklendiriyor ustalarını,
nefretimiz onların arasından süzülüp sevgiye dönüşecek.
İkinci fotoğraftaki katillerle biraz daha acıyarak bakabilirsin.
Vietnam. 1965. Bir Amerikan müzikalini seyreden askerler.
Akıtılmış kanları su diye kullanan pirinçlerin üstünde çektirmişler bu fotoğrafı
Kim bilir, belki başka bir müzikali seyrediyorlardır bugün Kamboçya’da
yarın bir başka ülkeye taşınacaklardır;
milyarlarını çoğaltmak uğruna Bob Hope
ulusal kıyafetler giyerek güldürmek için onları
arkalarından o ülkeye taşınacaktır.
Kulakları çığlıkları duymayacaktır artık,
kolları bağlı beş yaşındaki çocukların şakaklarına namlu dayarken
“Amerikan hayat tarzı”nı yansıtan espriler patlatacaklardır.
Asya ormanlarının yeşil yapraklarından dolar süzülmesine yardımcı
olacaklardır.
Sevgili dostum,
benim mektubum değil, bu fotoğraflar birer hançer olsun sana,
dünyanın acısından renk kapan birer hançer.
Tükür bu fotoğraflara, duvarlarını kazımaya başla,
taşa sürünen bıçağın sesi bir dinamit gürültüsüne dönecek,
göreceksin,
içindeki inilti bir haykırış olarak yükselecek dudaklarından.


61) Yazyurdu

Diriliğini okşayarak geçer tabiat
Gündüzlerin haberleştiği mevsimden,
Söylediğin şiirlerin önüne bir bekçi diker,
Ayaklarının ucuna bir kılavuz yerleştirir,
Seni sever, seni beğenir,
Adını gülümseyerek anar.
Bir çınar senin sesinle konuşur,
Seninle beraber işitir rüzgâr
Yolları kaplayan kederi.
Evet, yapacak ne var ki
Asfaltın kederini dinlemekten başka,
Kamyon isimlerini ezberlemekten başka,
Çöl Ceylanı’nı, Fedai’yi, Hacı Leyland’ı,
Zevkli Rezaleti, Ekonomi’yi,
Yavru Kâzım’ın pembesini,
Gangaster Ford’un tabanca-egzosunu,
Bir Gün Geleceksin’in şarkıcısını,
Elveda Bedford’un hüzün yaratıcısını.
Bunları ezberleterek geçer tabiat,
Kalbine dikenlerle çakar bunları.
Diriliğini okşayarak geçer
Saçlarına göz kırpar kirpilerin
Şeytan tüylerine karışıp uçuştuğu mevsimden,
Seni hep sever.
Kazılarda dolaştırır seni,
Belinden tutup derelerde yüzdürür seni,
Bir ülkeden alır, bir ülkeye bırakır,
Sakindir, kadındır, öğretmendir,
Binlerce bıçak taşır göğsünde.
Doğru, yapacak ne var ki
Atışını dinlemekten başka onun,
İçiçe uçtuğun şahinlere bakmaktan başka,
Dağ yeline, dağ yelinin gölgesine,
Asmaların büyüsüne,
Ovadaki bir çocuğun boynundaki muskaya
Ve kendini akıttığın testiye.
Evet yapacak ne var ki
Otların uykusunu uyumaktan başka.


62) Şiir

Şiir her gün yeniden başlar.
Her sabah uyanır,
yıkar kelimelerini,
harflerini tarar.
Uzun uzun bakar akan suya,
dağları düşünmeden edemez.
Çayını içer,
sigarasını içer,
her sabah gazetesini okur.
Ninesinin dizlerine çektiği örtü
güneş yıllarını hatırlatır ona,
deniz gecelerini,
kar ovalarını.
Evden çıkar, komşularını görür,
iş yerlerini denetler sonra,
dosyalara girer,
hamalların sırtlarında taşınır,
dolmuş duraklarında kâhyalık eder,
atlar bir kuşun kanadına,
çiftlikleri inceler havadan,
maden damarlarında ısınır
her yeri, her insanın kıtasını dolaşır.
Her şeyi büyütür içinde.
Her şeyi küçültür.
Çünkü gariptir yüreği,
hiçbir yüreğe benzemez
şiir yüreğinden başka.
Her gün yeniden anlar
ufacık bir şey olduğunu.
Bir delikanlının kravatıdır,
genç bir kızın mendilidir,
bir izcinin kasketidir.
Kaybolursa dünya yıkılmaz gerçi
ama ondan boşalan yeri
hüzün doldurur.
Bilir bunu,
için için sevinir.
Su toprağa karışırsa
ekin olur, ekmek olur,
kan küle karışırsa ne olur?
Bu sorunun cevabını arar boyuna.
İkindi üstü yorulur artık,
karanlık basmadan yatar.
Uyurgezerlerin en çalışkanıdır.


63) Cumartesi

Unutma sevginin yüzünü:
bir taşın altından yıldızlar saçardı.
Toprağın saygısını unutma
yağmura, saçlarına.
Ayışığının hızını
bakır ormanda.
Gece mi karaydı, senin gecen mi?


64) Aziz Nesin İçin

Güneşin görmediğini de gören usta
acının çocuk elli demircisi.
Uzaktan kar sesi geliyor,
bunu o duyar.
Okulda tören bitiyor,
öğrencileri o dağıtır.
Manavda renkler birikiyor,
karpuzları o keser.
Sokakta bir adam ölüyor,
kimliğini o bilir.
Ne çıkar eleştirmen olmasam da,
yazarın yanındadır şiirin yeri.


65) Arkasında

Şimdi bu ağacın arkasında sen mi varsın?
Senin orada olmanı bildim. Sarmaşıklardan, göçlerden, tuzaklardan geldim:
Seni orada gördüm.
Şimdi sığ suların arkasında sen mi varsın?
Benim küçük çadırlarım, bakır kuytulu otlarım senin dalgalarını bildi.
Senin orada olmanı bildim.
Senin orada büyümeni gözetledim.
Şimdi tozların, seslerin arkasında sen mi varsın?
Avucumdan öteki ülkelere inen, karıncaları, güneşi ürküten
bir aydınlıktı…
Senin o aydınlıkta olmanı bildim.
Şimdi çıplak saçlarının arkasında sen mi varsın
Bildim, bitmemizi bile kararlı kılan, kararsız kılan
dokungan omuzlarını.
Şimdi soluğumun arkasında…


66) Şile

Ne işi var yeşilin deme
Beyaz köpüklerin arasında
Biz bir orman olduk seninle
Beyaz köpüklerin arasında
Atlas Okyanusu’na bile uzanır
Buradan saldığım kök
Döner Antep’ten geçer
Hasan Tahsin’in tezgahlarından
Gelir Samanyolu’nu bile sarmalar sarar
Seni sarar beni sarar
Biz bir kökten yeşerdik seninle
Beyaz köpüklerin arasında
Suladık onu
Tenimizden değil
Yüreğimizden kopan terle
Ne işi var bu adamın deme
Beyaz köpüklerin arasında
Ben bir adam oldum seninle
Sevdayı, tutkuyu, duruluğu kazıdım
Her taşına gövdemin
Yuvamın her hücresine
Bağışla beni
Beyaz köpüklerin arasında
Sevdim seni, seviştim seninle
İçimde dışımda yücelttim seni
Koca bir deniz gibi aktım sana
O beyaz köpüklerin arasında


67) Nehirler Akıyordu

Nehirler akıyordu güllerin arasından
Aydınlığa çeviriyordu karanlığı
Soluğun kuşlar savuruyordu havaya
Nehirler akıyordu saçlarının arasından
Boynuna iniyordu kıvrılarak
Cerenler yıkanıyordu göğüslerinde
Aşktı bu
Aşktı
O gece
Bir gülün içinden bir nehir aktı


68) Bu Dağlarda Sesim Durur

Yürür sevdam dilden dile
Karanlıkta açan güle
Ben yok olup gitsem bile
Bu dağlarda sesim durur
Dört yanı sarmış hain
Hükmü ne ki tek yüreğin
Gelen içsin giden içsin
Su başında tasım durur
Düşünüzde görün beni
Düşte hayra yorun beni
Esen yele sorun beni
Gökyüzünde yasım durur


69) Güneş Bulutun Önüne

Güneş bulutun önüne ne zaman geçer
Güneş bulutun önüne ne zaman geçer
Yeter ki geceyi sürüklesin kuşlar
Soluğun alnıma kursun beşiğini
Kirpiklerinden kopup gelen ninni
Yeter ki akıtsın şafağını gözlerime
Güneş bulutun önüne her zaman geçer
Dalganın sesi akasyaya karışır
Orman mı deniz olur, deniz mi orman
Her yandan fışkıran eğreltiotlarında
Sarar sarmalar bizi aşkın akıntıları
Yapraklar kıyısına vurur sevdanın
Kumsala gümüş kelebekler yığar
Güneş bulutun önüne o zaman geçer
Güneş bulutun önüne her zaman geçer
Yeter ki diriliğini korusun yağmur
Dağın eteğini pınarla delsin
Sesin başaklarını biçsin sevginin
Yeter ki toprağın üstüne çıksın çiçek
Tohumunu tutkuyla fırlatsın içimize
Güneş bulutun önüne her zaman geçer


70) Soru

Nerede saklıyor sesini çınar
çit gölgesinde mi, akarsuda mı?
Bir dağın ardından yüzüme doğru
güneşi savuran kardeşim rüzgâr,
söyle bana, anlat, kış pusuda mı?
Dilinin ucunda hep aynı soru:
Neden değişmiyor bu yolculukta
artık usandıran kelimelerin;
neden seni kuran aşkta ne usta
ne çırak olmayı hiç düşünmedin?
Nereden geçiyor günün yüreği,
yıkılmış bir kuşun bakışından mı?
İçimde küflü bir yıldız dokuyan
çılgın, esrik, saydam güz örümceği,
söyle bana, anlat, dalgın adamı.
Gözünün ucunda hep aynı yalan:
Neden değişsin ki bu yolculukta
her adımda inen tanıdık sesin;
Sen ki, seni kuran aşkta ne usta
ne çırak olmaya özenmedin.


71) Sorar Seni

Su başında bir gül açar
Dikenine sorar seni
Karanlıkta beyaz kuşlar
Yıldızlarda arar seni
Küle döner dalda yeşil
Nehir kurur söner kandil
Döşündeki mermi değil
Bu yalnızlık yorar seni
Sıradağlar geçit vermez
Bir dost eli kapın vurmaz
Artık kimse izin sürmez
Düşe taşır rüzgâr seni
Tükense de can bedende
Sürüp gider hasret canda
Acep yarın gün batanda
Unutur mu o yar seni
Uzar gecen yana yana
Bir kurşundan bir kurşuna
Ölüm gelir kanadına
Usul usul sarar seni


72) Sevginin Ardından

Sevginin ardından yürüyen uyku
Sevişmeyi değil, seni bütünler
Yüzünün ülkesi sınır tanımaz
Bırakır geceyi o ince keder
Bütün tarihini sırtına vurup
Denizi üç günde geçen serçenin
Bir seher vaktinde soluk soluğa
Tünediği dalda şenlik gibisin


73) Güzellik Üstüne Çeşitlemeler

Sen
kanadısın bir kumrunun
beyaz bir güvercinin ince gözleri
bir gülün yaprağındaki tazeliksin sen.
Havaya çizdiği şarkısın
bir kelebeğin.
Yağmurun karanfilisin sen
denizin ipek serçesi
kar tanelerini saran sıcacık kuştüyüsün.
Tohumun ayak sesi
Başağın taze buğusu
Çınar gölgesinin huzuru
Dirilten serinliği vadinin
Sensin
Bütün bunları sen getirdin bana.


74) N’edeyim

Kuş dediğin konar omuz başıma
Ay ardında uçan kuşu n’edeyim
Hançer mi saplandı sırtına susma
Gizli gizli akan yaşı n’edeyim
Bir dağdan bir dağa salıncak kurdum
Uykumu gecenin sesine sardım
Sabahla beraber ben de ağardım
Hayra yorulmayan düşü n’edeyim
Takvim yaprağında kederin izi
Çiçeğin dalında denizin tuzu
Ne zaman görünür güneşin yüzü
Yazı getirmeyen kışı n’edeyim


75) İçimdeki Uçurumları

İçimdeki uçurumları
Gül yapraklarıyla sen örttün
Yüreğimdeki çatlakları
Kuş sesleriyle kapadın
Yamaçlarımdaki çamurları
Kanat çırpışlarıyla temizledin
Ayrık otlarımı ayıkladın
Ayışığıyla
Taç yaptın başıma yıldızları
Sonunda bir tepe değil
Bir sıradağ yarattın benden


76) Yenidoğan

1.
Mektupsuz koma beni.
Bir daha, bir daha yaz adını mektubun sonuna.
Bana güler yüzünü gönder.
Yenidoğan’ı anlat.

2.
Günün hangi saatte battığını görememiştik,
tepelerin arasındaydık çünkü,
sen evlere bakıyordun,
yüzündeki o çocuksu cesareti inceliyordum ben.

Evler dağları sırtlanmıştı
korumak için kendilerini çaresizlikten,
ocaklar yeryüzünün çamurunu yakıyordu.

Klarnetçiler, matbaa işçileri, bakkal karıları dolaşıyordu
günün battığı saatten sonra sokaklarda.

3.
Saçlarının her teli bir dinamit fitilidir
yokuşları çıkıp yorgunluğa bıraktığın an gövdeni.

4.
Mektupsuz koma beni,
denizi deniz yapan sensin,
ormanı orman yapan sensin,
sensin tezgâhta kan dokuyan,
gözlerinde serçeler yanan,
bir aşktan bir dünya kuran sensin.

Samanyoluna karışır gün ortasında attığın çığlık,
hafta sonlarında yaktığın ağıt,
tabutların ardında yürüdüğün yol,
koparıp yüzüne attığın başak.

Mektupsuz koma beni,
yılların sana öğrettiğini sen bana öğret,
parmaklarının gölgesini gönder.

5.
Sevgilim, sevgili dostum,
yaşamayı pekiştiren bir çelik çivi olacak
Yenidoğan’ın acısındaki maya.

Sen o mayadaki umudu gördün.

Yaslar donanmış babaların pencere önlerinde
çocuklarına saksı sulattıklarını gördün.

Cumartesi haftalıksız dönen ağabeylerin
sinemalara kaçak girdiklerini gördün.

Damarlarını fabrikalarda bırakan kızların
nişanlılarında yeni bir yürek bulduklarını gördün.

Nasırların yanıbaşında tarlalar gördün.

Kopan derilerin altında gökyüzü gördün.

Gördün her şeyi,
topladın her şeyi,
acına renk katıldı çeyiz sandığında.

Gülüne dipdiri bir sap takıldı.

6.
Mektupsuz koma beni.
Aşkını uzun uzun anlat, utanma anlatmaktan,
senin elin benim elimi tutsun,
birlikte sıçratsın ayaklarımız
Yenidoğan’ın çamurunu,
aynı duvar halısına işlensin ceylanlarımız.

Dostum benim, yokuşlu yolum, düzgün ovam,
günün hangi saatte battığını görememiştik seninle,
tepelerin arasındaydık çünkü,
üstümüze keder çiseliyordu çünkü,
saçak altlarına sığınıyordu çocuklar,
her evin eşiğinde sessizlik vardı.

O sessizliğin marşını öğret bana,
gizli bir pınar gibi toprak altında akan
ama bütün kıtaları dolaşan marşı.

Kategoriler: İlham

Yorumlar (0) Yorum Yap

/
Exit mobile version