Özellikle gelişen teknolojiyle ve sınırların bulanıklaşmasıyla (globalleşme) artık insanlar içinde bulundukları şehrin hatta ülkenin dışına çıkarak yeni deneyimler edinme şansına sahip olabiliyor. Geçen gün katıldığım birincisi düzenlenen Psychology Talks etkinliğinde konuşan Prof. Doktor Bilgin Saydam’ın tespiti beni çok etkiledi:
Sistemin dışına çıkmadan, sistem hakkında doğru bir yargıya varmak mümkün değildir!
Bunun sebebi ise içinde bulunduğumuz psiko sosyo kültürel ortam bir sarmal gibi hayatımızı sarmakta ve bunun dışına çıkmadığımız sürece objektif olarak bu sistemi algılamak oldukça zor çünkü içinde bulunduğumuz iyi veya kötü durumları subjektif olarak değerlendirebiliyoruz. Ancak üçüncü bir göz olursa yanımızda veya biz üçüncü bir göz olma cesaretini göstererek sistemin dışına çıkarsak sistemi daha net anlayabiliyoruz. Bunu da yapabilmek için ‘değişime açık’ olmamız gerekiyor. Değişime açık olmak aslında çok da kolay değil. Kişilik kuramcısı ve psikolog Hans Eysenck(1991)’e göre beş önemli karakter özelliğinden biri ‘yeni deneyimlere açık olmak’, diğerleri ise ‘sorumluluk sahibi olmak’, ‘dışa dönüklük’, ‘uzlaşmacı olmak’, ve ‘nevrotiklik’.
Yeni deneyimlere açık bir insanı nasıl tanırsınız peki? Böyle insanlar genelde cesaretle attıkları adımdan ve kendinden emin hareketlerinden tanınırlar. Yollarına çıkan engelleri bir ‘sorun’ yerine bir ‘basamak’ olarak görürler. Kendilerinden emin ve cesur olduklarından başkalarına ihtiyaç duymak yerine kendi kendilerine hareket edebilirler. Psikoloji dünyasından bağımsız olarak günlük hayatta çok gördüğümüz bir durum insanları basamak olarak kullanmak ve kişisel ya da ortak çıkarlar için insanları bu yolda harcamak. Bu artık rekabetçi bir ortamda yaşadığımızdan ‘normal’ olarak gözükebilir fakat
‘deneyime açık’ ve
‘uzlaşmacı’ bir insanın hayatında böyle eylemlere yer yoktur çünkü buna ne ihtiyaç duyar ne de karakteri müsaittir. Bir kere ‘deneyime açık’ bir insan değişime de açıktır o yüzden hatalarının farkına vararak değişime geçmekte (take action) güçlük çekmez ve kendini de kimi zaman acımasızca yargılar ki hatalarından ders çıkarabilsin.
Önemli olan aslında bir insanın iyi veya kötü olması değildir, ne kadar değişime açık olup olmadığıdır.
Psikologlar olarak biz bile günlük hayatta çoğu zaman insanları yargılama hatasına düşebiliyoruz ve ‘iyi’ veya ‘kötü’ damgasını yapıştırabiliyoruz. Oysa ki iyi veya kötü diye bir şey yok çünkü insan karakteri çok daha karmaşık unsurlar içermekte ve bu sarmalı tamamen çözmek mümkün değil! Çözebildiklerimizle aslında sarmal daha da genişliyor çünkü çözümler beraberinde diğer problemleri de getiriyor. Bu yüzden sürekli sorgulamamız, düşünmemiz gerekiyor. Eğer değişime açık olabilirsek ve içinde bulunduğumuz sistemin dışına çıkabilirsek işte ancak o zaman varoluşun getirdiği kaygıları ve sorunları göğüsleyebiliyoruz.
Bu durum psikolojide ‘konfor alanının dışına çıkmak’ olarak geçiyor ve psikologlara göre konfor alanının dışına çıkmadan insanın gelişmesi mümkün değil! Bu acı bir gerçek ve aslında birçok kaygı, stres, sorun ve üzüntüyü beraberinde getirebilir fakat bunlar hayatın doğal işleyişinde olması gereken duygulardır. Biz sürekli mutluluğu ararsak elde ettiğimizde buna sevinmeyiz, yeni arayışlar peşine düşeriz çünkü insan doğası gereği arsızdır. Bu yüzden mutluluk yerine gerçeği aramayı deneyebiliriz çünkü mutluluk da geçici, hüzün de geçici fakat hakikat geçip gitmiyor, değişiyor, gelişiyor ve önümüze farklı şekillerde sunuluyor. Prof Doktor Bilgin Saydam da böyle diyor: Hayatta iki tür insan vardır önüne sunulanı olduğu gibi kabul eden ve bunu sorgulayan, neden böyle diye düşünen insan. İkincisi sistemin tamamen dışına çıkmasa bile, dener ve çaba gösterir, daha çok zorluk yaşar çünkü önüne sunulanı asla olduğu gibi kabul etmez ve daha zor bir yoldan gitmeyi seçer. Fark ettiyseniz bunu SEÇER! Hayatımız boyunca ilk tipteki insanları çok görürüz (sürü insanları) ve kimi ikincilere ‘kahraman’ takısını takarız fakat onlar idealize edilecek figürler değildir. İsteyen bir insan diğer yolu seçerek onların bakış açısını az da olsa anlayabilir.
Size bir şiirle veda etmek istiyorum fakat bu şiiri yazmadan önce Mayakovski’nin Şiir nasıl yazılır? kitabında bahsettiğini aktarmak isterim. Ünlü şairin iyi bir şiir için önerisi Bilgin Saydam ile aynı: Olduğunuz yerden uzaklaşın. Bu uzaklaşma eylemi fizyolojik, psikolojik, sosyolojik vb. bir çok anlama gelebilir. Ama mühim olan UZAKLAŞABİLMEKTİR. Bunun getirdiği cesaretle ve İLK ADIMI atabilmekle cesaretimiz de artar ve kendine daha çok güvenen insanlar oluruz. Günümüzde artık eskisi gibi fizyolojik olarak güçlü olan evrim açısından güçlü sayılmamakta, daha cesur, daha çok çaba sarf eden, daha çok düşünen insanlar fizyolojik olarak güçlü olan bir insandan çok daha avantajlı çünkü artık ‘Bilgi güç’ bu biraz acımasızca olsa da. Aslında bilginin kendisi güç değil çünkü neye göre bilgi, kime göre bilgi? Artık öğrenmek, düşünmek, sorgulamak, kritik analiz edebilmek daha önemli bir konumdadır. Sadece önümüze sunulanı yersek, bir gün obez de olabiliriz bilgi tokluğundan fakat bu bilgi tokluğu aslında olumlu bir şey olmaktan çıkar ve bizi daha açgözlü kılabilir. Robert Frost’un şiiriyle size veda ediyorum. Umarım tercih ettiğiniz yol uğrunda vazgeçtiklerinize değer!
gidilmeyen yol/az gidilen yol
sarı bir ormanda ikiye ayrıldı yolum,
ikisinden birden gidemediğim ve yazık ki
tek yolcu olduğum için üzgün, uzun uzun
baktım görene kadar birinci yolun
otlar çalılar arasında kıvrıldığı yeri;
sonra öbürüne gittim, o kadar iyiydi o da,
ve belki çimenlik olduğu, aşınmak istediğinden
gidilmeye daha çok hakkı vardı; oysa
oradan gelip geçenler iki yolu da
eş ölçüde aşındırmıştı hemen hemen,
ve o sabah ikisi de uzanıyordu birbiri gibi
hiçbir adımın karartmadığı yapraklar içinde,
ah, başka bir güne sakladım yolların ilkini!
ama bilerek her yolun yeni bir yol getirdiğini,
merak ettim geri gelecek miyim diye.
iç geçirerek anlatacağım bunu ben,
nice çağlar sonra bir yerde:
bir ormanda yol ikiye ayrıldı, ve ben –
ben gittim daha az geçilmişinden,
ve bütün farkı yaratan bu oldu işte.
Robert Frost
Yorumlar (0) Yorum Yap