20. yüzyılın önemli ressamlarından ve 21. yüzyılın popüler kültür ikonlarından birisi olan Frida Kahlo, eserlerinde sıkça konu ettiği inişli çıkışlı hayatı, politik görüşü ve tanımların dışında kalan tarzı ile tanınmaktadır. Frida Kahlo’nun hayat mücadelesi, çocukluk çağından başlayarak hayatının her anını ve sanatını etkileyen sürekli büyüyen ve çığır açan bir sanatçı olmasını sağlamıştı. Frida Kahlo’nun sanatını ve otoportrelerini hep birlikte yakından inceliyoruz.
Erken hayatında Frida Kahlo
Hareketli bir çocukluk geçiren Frida, 6 yaşında çocuk felcine yakalanmış ve 18 yaşında bütün hayatını değiştiren tramvay kazasını yaşamıştı. Kaza sonrasında tedavi süreci devam ederken, sanat ve politik çevrelere dahil olmaya başlamıştı.
Frida, bu süreçte bedenindeki acıları bütün gücüyle sanatına aktarmıştı. Yaşadığı tüm fiziksel ve duygusal yıpranmayı, sanatına devrimci, travmatik ve trajik olarak yansıtmıştı. Frida’nın sanatına; fiziksel ve duygusal sarsıntıları dışında, ülkesine dair sahip olduğu kaygılarda yansır. Kültürel kimliği için her zaman savaşan bir sanatçı olmuştu.
Frida, eserlerinde kendi gerçekliğini tüm çıplaklığı ile ortaya koyar. Acıları, ölüm arzusu, aşkı, kaybettiği çocukları, Diego ile çalkantılı ilişkisi ve bunların arkasındaki imgesel yapıyı izleyicisine tüm doğallığı ile aktarır.
“Kendimi resmediyorum çünkü sıklıkla yalnızım, çünkü en iyi yaptığım şey bu.”
Self Portrait Along the Borderline Between Mexico and the United States (1932)
Frida, bu eserinde olduğu ve kalbinin ait olduğu yeri resmeder. Tabloyu yaptığı dönemde Diego Rivera, Detroit Sanat Enstitüsü’nde bir duvar resmi üzerine çalışmaktadır. Tablonun detaylarına baktığımızda yerdeki bitkiler ve makineler Meksika’nın tarım kültürü ve ABD’nin sanayileşmesi arasındaki gerilimi göstermektedir. Frida’nın elindeki bayrak ülkesine bağlılığını, sigara ise meydan okumanın bir göstergesi olarak oradadır. Frida Kahlo, bir ABD-Meksika sınır taşının üzerinde durmaktadır.
Two Frida (1939)
Frida’nın ünlü eserleri arasında yer alan “Two Frida” otoportresinde iki farklı kişiliğini resmedilmektedir. Frida, günlüğünde bu eser hakkında hayali bir çocukluk arkadaşının anısını canlandırdığını yazmıştır ancak belli bir zaman sonra Diego ile ayrılığı sonrası çekmiş olduğu acı ve yalnızlığı resmettiğini itiraf etmiştir. Tablonun merkezinde yer alan Fridaların, beden dilleri ve el ele tutuşmaları bize aynı kederi paylaştıklarını göstermektedir.
Self-Portrait with Cropped Hair (1940)
Frida, Diego ile boşandıktan sonra bir otoportre yapmıştır ve bu eserinde kendini Diego gibi resmetmiştir. Frida’nın oto-portrelerinde onu feminen olarak görmeye alışığız ancak bu eserinde Diego’nunkine benzeyen bir takım giymiş ve saçlarını kesmiştir. Sol elinde tuttuğu saçları, fedakarlığın simgesidir, bu ilişkideki fedakarlığını işaret etmektedir. Tablonun üzerinde yazan şarkı sözleri; “Bak, seni sevseydim saçların içindi, şimdi kelsin, artık seni sevmiyorum.” şeklinde Türkçeleştirilebilir.
Self-portrait with Necklace of Thorns (1940)
Frida, diğer bir ünlü eseri olan “Self-portrait with Necklace of Thorns” tablosunda, Mesih’in çarmıha gerildiği zaman üzerine takılan dikenlerini kolye olarak taşımaktadır. Boynuna batmakta olan dikenler, Diego Rivera ile yaşamış oldukları boşanmanın acısını simgeleştirmektedir. Sol omzunda kötülüğü simgeleyen bir kedi ve sağ omzunda da Diego’nun hediyesi olan maymunu bulunmaktadır. Oto-portrelerinde sıkça karşımıza çıkan maymunlar, aynı zamanda sanatçının çocuk sahibi olmaya duyduğu özlemi de simgeleştirmektedir.
Self Portrait, Dedicated to Dr. Eloesser (1940)
Frida Kahlo, bu eserinde Katolikliğin retoriğini kullanmıştır, İspanyol katolikliğinden ürkütücü detayları eserine işlemiştir. Adanmışların, acısını gerçeklik ile bir kombinasyon olarak bize sunmaktadır. Eser, Frida’nın dikenli kolyesi olan aynı yıl yapmış olduğu Self potrait with Necklase of Thorns’a bir ithaftır, ancak daha az diken ve kan içerir. Eserde yer alan küpeler, Picasso’nun ona hediyesidir.
Me and My Parrot (1941)
Frida ve Diego ayrılıklarından kısa bir süre sonra tekrardan evlenmişlerdir ancak ayrı yaşamaya devam etmişlerdir. Kahlo ise kırsalda ilgi duyduğu çiçekler ve hayvanlar ile hayatını sürdürmektedir. Frida, sadece hayatının renklerine papağanları ile gönderme yapmaktadır. O dönemde hayatında fotoğrafçı Nickolas Muray vardır.
Self Portrait as a Tehuana (1943)
Frida, bu eserini Diego ile boşandıktan kısa bir süre sonra resmetmeye başlamış ve 1943 yılında tamamlamıştır. Bu eser aynı zamanda Diego’yu düşünmek ismi ile de bilinmektedir. Eser, Frida’nın diğer kadınlar ile ilişkisini bildiği Diego’ya sahip olma arzusunu konu eder. Frida, onu düşünmekten kendini alamaz. Saplantılı sevgi, alnındaki Diego portresi ile ifade bulmaktadır. Eserde Frida’nın üzerindeki geleneksel “Meksika Tehuanası”dır ve bu kıyafete Diego takıntılıdır. Ağlar, Diego ile arasında kurulu ya da kurulması gereken ağları sembolize etmektedir.
Thinking About Death (1943)
Frida, hayatının son yıllarında ağır sağlık sorunları yaşamaya başlamıştır. Bu tabloyu resmettiği dönemde sağlık sorunlarından dolayı gününün büyük bir bölümünü yatakta geçirmektedir. Bu dönemde ölüm düşüncesi eserlerini büyük oranda etkilemişti. Meksika kültüründe ölüm aynı zamanda yeniden doğmak anlamına gelmektedir. Frida’nın portresinin arkasına yerleştirmiş olduğu bitkiler tekrardan doğmayı sembolize etmektedir. Sanatçı ölümü yaşamın başka bir boyuta devamı olarak algılar.
Roots (1943)
Frida, bu eserinde yaşamın bir noktada birleştiği fikrini ortaya koymaktadır. Vücudunu doğayı doğurur gibi temsil etmiştir. Çok istediği halde bir çocuğu olmamıştır, çocuğunu besleyememiş olsa da bu eserinde kanı ile toprağı beslemektedir.
The Broken Column (1944)
Frida’nın eserlerinde acı değişmez bir konudur. Bu eserinde acısını tüm açıklığı ve ürkütücülüğüyle sunmuştur. Geçirdiği kazalar ve hastalıklar ile sahip olduğu bedensel deformasyona rağmen güzel ve güçlü. Eser de kendisini ve izleyicisini bu acılar ile yüzleşmeye çağırmaktadır.
Without Hope (1945)
Frida Kahlo, bu eserinde doktor reçetesi ile beslenme programına uymak zorunda olduğu dönemi konu almıştır. Eserin arkasında şu yazmaktadır: “En ufak bir ümidim kalmıyor… Her şey göbeğin içinde barındırdıklarına göre hareket ediyor.” Tabloyu yaptığı dönemde doktoru ona tam yatak istirahati ve gıda olarak püre yemesinin zorunlu olduğu bir diyet vermiştir. Bu eserde Frida, bu “zorla beslenme” döneminin onun için ne kadar zor olduğunu anlatmaktadır.
The Wounded Deer (1946)
Frida Kahlo, bu eserinde ölümcül şekilde yaralanmış genç bir geyiğin vücudunda kendi yüzünü resmetmiştir. Arka planda yer alan çürümüş gibi görünen ağaçlar, korku ve çaresizlik duygusunu yansıtmaktadır. Bu tabloyu yaptığı, 1946 yılında Frida, omurgasından ameliyat olmuştur. Ameliyatın onu ağrılarından kurtarması gerekirken düşündüğü şey olmadı ve bu eserinde yaşadığı hayal kırıklığını yansıtmıştır. Frida, bu oto-portresini çizerken evcil geyiği “Granizo”yu model almıştır. 3 Mayıs 1946’da Frida, bu tabloyu arkadaşları Lina ve Arcady Boitler’e düğün hediyesi olarak verdi. Yanına bir not da ekledi: “Sana portremi bırakıyorum, böylece senden uzakta olduğum tüm gün ve geceler boyunca yanımda olacaksın.”
Frida Kahlo’nun eserleri ve hayatı hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, Julie Taymor’un yönetmenliğini yaptığı 2002 yapımı Frida Kahlo’nun hayatını konu alan Frida filmini izleyebilirsiniz.
Sigmund Freud: Psikanaliz Biliminin Kurucusu Freud’un Hayatı ve Teorileri
Eckhart Tolle: Hayatı, Kariyeri, Kitapları ve Öğretilerinin Özü
This post is also available in: English
Yorumlar (0) Yorum Yap