Kendi simülasyonunuz için seçeceğiniz hayat, dünyada şu an yaşamakta olduğunuz hayata çok benzeyebilir. İşte bu basit düşünce, bazı filozofları aslında şimdiden “bir simülasyonun içinde yaşayıp yaşamadığımız” sorusuna yöneltmiştir.
Mavi hap mı, kırmızı hap mı?
Simülasyon denilince tabi ki akla, muazzam puding kıvamında kalıcı etki bırakan “The Matrix” filmi gelir. Hadi, o halde bu filme hafif yer verelim.
1999 yapımı Larry ve Andy Wachowski gardoşların yönetip senaryosunu yazdığı “The Matrix” serisinin ilk bölümünde, Morpheus ve Neo karşılaşır. Artık seçim zamanıdır. Ve işte derin, namütenahi etki bırakan o meşhur sahnenin repliği;
“Hiç gerçek olduğundan emin olduğun bir rüya gördün mü? Ya bu rüyadan hiç uyanamasaydın o zaman gerçek dünya ile rüya arasındaki farkı nasıl ayırt ederdin?”
“Ne yazık ki, Matrix’in ne olduğu kimseye anlatılamaz. Bunu kendin görmek zorundasın. Bu senin son şansın. Bundan sonra, bir geri dönüş olmayacak. Mavi hapı alırsan bu hikaye sona erer, yatağında uyanırsın ve istediğin her neyse ona inanırsın. Kırmızı hapı alırsan, Harikalar Diyarı’nda kalırsın. Ben de sana tavşan deliğinin ne kadar derin olduğunu gösteririm. Unutma… Sana vadettiğim tek şey gerçek. Fazlası değil.”
…
Ben insan değil miyim?
Bu fikir fazlaca fantastik gibi görünse de, kendi gerçekliğimiz kabul etmek konusunda ne kadar kolay oyuna gelebileceğimizi artık biliyoruz.
Uykuya daldığımız her gece tuhaf rüyalar görürken, o dünyalara tümüyle inanmaktayız-dır çünkü. Gerçekliğimiz ile ilgili sorular yeni değildir. Bundan 2300 yıl kadar önce Çinli filozof Chuang Tzu, rüyasında bir kelebek olduğunu görmüş ve uyandıktan sonra şu soru üzerinde düşünmüştü: Chuang Tzu kimliğimle, kendimi rüyamda bir kelebek olarak mı görmüş olduğumu, yoksa aslında şu anki kelebek kimliğimle kendimi rüyamda Chuang Tzu adlı bir adam olarak mı görmekte olduğumu nasıl ayırt edebilirim?
…
Düşünmüyorum, öyleyse yokum.
Fransız filozof Rene Descartes ise aynı problemin farklı bir biçimi üzerinde kafa yormuştu. Onun merak ettiği şey de, yaşamakta olduğumuz şeyin gerçek gerçeklik olduğunu nasıl bilebileceğimiz idi.
Soruya açıklık kazandırmak amacıyla bir düşünce deneyi kurguladı: Kavanoz içinde duran bir beyin olmadığım ne malum? Belki de birileri o beyni öyle uyarıyor ki, benim burada olduğuma, yere bastığıma, şu insanları gördüğüme ve şu sesleri işittiğime inanmamı sağlıyor. Descartes, bunu bilmenin bir yolu olmayabileceği sonucunu çıkardıysa da, farkında vardığı bir şey daha vardı: Bütün bunları anlamaya çalışan bir ben var merkezde. Kavanozun içindeki bir beyin olsam da olmasam da, bu problem üzerinde fikir yormaktayım. Bunun hakkında düşünüyorum; öyleyse varım.
…
Peki, bazı babalar ne der?
Carl Jung, “Her birimizin içinde, tanımadığımız biri daha vardır”
“Kafamın içinde biri var, ama o ben değilim” Pink Floyd
…
Kaynağımız:
“Eagleman, David (2015), Beyin Senin Hikayen, Domingo Yayıncılık”
Yorumlar (0) Yorum Yap