Gözle görebildiğimiz, duyu olarak algıladığımız her şeye inanıyor muyuz? Bazı şeyleri hissederek biliriz, bazen duyarak biliriz, bazen de yaşayarak öğreniriz. Bu bildiklerimizin doğruluğunu tartışıp “kesinliği” üzerine ne kadar düşünebiliyoruz?
Merak duygusu, benliğimizi doğuştan itibaren ele alırken hayatımızın tümü sorgulamalardan ve yanılsamalardan geçiyor. Peki, gözle gördüğümüz her şeye inanıyor muyuz? Mutlak gerçeklik var mı? Elbette ki hepimiz bu soruya kendi penceremizden bakarak cevaplar vereceğiz. Sahip olduğumuz meslek, sahip olduğumuz kültür ve çevre de düşüncelerimizi pekiştiren bir neden.
Geçtiğimiz günlerde sosyal medya da spontane gelişen bir diyalog üzerine çıkan birkaç soru gördüm ve cevapları da oldukça ilginçti. Psikolojinin bilim olup olmadığı,
iyi bir hayat nasıl olura bilimin cevap verilip verilemeyeceği üzerine konuşulan konuya birde sizin düşüncelerinizi ekleyelim.
Öncelikle, bilim nedir?
Doğduğumuzdan beri soru sorarak hayatı öğrenmeye, tanımaya çalışıyoruz. Bilgiyi alıp harmanlayıp bir sonuca varmaya çalışıyoruz. Bilim de bu adımda sonuca ulaşma yöntemi olarak hayatımıza büyük değer katıyor. Tanımsal olarak bilim:
“Bilim veya ilim, fiziki ve doğal evrenin yapısının ve hareketlerinin birtakım yöntemler aracılığıyla sistematik bir şekilde incelenmesini de kapsayan entelektüel ve pratik çalışmalar bütünüdür.”
Bilimsel yöntemler deneyimsel olarak bilgileri veri haline getirir. Sistematik olarak rasyonel sonuçlar elde ederek araştırma aşamasında ilerler. Uyguladığı yöntemler tamamen nesneldir. Bilimin izlediği adımlar sınanabilir olmalı ve teknik imkânlar ile verilere ulaşılmalıdır.
Psikoloji nedir?
Psikoloji, ruh anlamına gelen “psyhce” (psike) ve bilgi anlamına gelen “logos” sözcüklerinden oluşmuştur. Buna göre psikoloji, ruh bilgisi anlamına gelir. İlk Çağ’da Aristoteles (M.Ö. 384-322) tarafından bu anlamda kullanılmış ve uzun süre felsefe içinde yer almıştır. Tanımsal olarak
“Psikoloji, bireylerin zihin ve davranışlarının sistematik olarak inceleyen bilimdir. Organizmaların hem doğrudan gözlenen davranışları, hem de düşünme, zihinde canlandırma, hatırlama ve hayal etme gibi doğrudan gözlenemeyen karmaşık zihinsel süreçleri psikolojinin inceleme alanına girer”.
Psikoloji, insan yaşamına uyum sağlamasına ve davranışsal nedenlerini anlamasına yardımcı olur. Verisel olarak psikoloji ile resmi olarak ilgilenen insanların, 1970’lerde yapısal olarak beyin incelemelerini ve duygusal zekânın etkilenme şekillerini konu alan çalışmaları başlamıştır. Bilim tarihçileri sosyal bilimlerin, bilim sayılıp sayılmadığı ile alakalı; kolay değişebilen paradigma çeşitliliğinin getirdiği sorunsallıktan dolayı net yanıtlayamıyorlar.
Psikolojinin bilimselliği ve Abraham Maslow
Psikoloji bilimdir diyebilmek için bilimin temel mantığındaki bilginin sınıflandırılıp sistemleştirilmesi de gerekir. Bulgular sistemleşince kuram halini alır ve genellemeye açık hale gelir ki, bu da bilimsel bilgiye işaret eder.
Bu açıdan Abraham Maslow’da (1908-1970) psikolojinin bilimselliği tarafında bakış geliştirmiştir. Ona göre insan davranışları bütüncül olup insanidir. Bu karmaşıklığı anlamak içinse, bütünü parçalara ayırıp, parçadan bütün genellemesine gitmek gerekir. Yani temel amaç yine insanı bütüncül ele almaktır ki, Gestalt yaklaşımı da bunu benimser. Dolayısıyla modernist görüşlerden olan insancıl psikoloji ve gestaltçı yaklaşım psikolojiyi bilim olarak değerlendirirken gerektiğinde parçalara ayrılmasına itiraz etmez, ancak nihai hedef olarak bilimsellikten kopulmamasını sağlayacak bütüne varmayı da zorunlu görür (Kuzgun, 1985: 1-2).
Psikolojiye bilimsel netlik kazandıran en önemli alanlardan biri de ‘Psikometri’. Psikometri, davranışların istatistik yöntemlerinin psikolojiye uygulanması, davranışın açıklanması ve yorumlanmasında yararlanılabilecek matematiksel modellerin geliştirilmesine yardımcı olur.
Pareto ilkesi; İnsanların %80’inin benzer durumlara aynı tepkileri verdiğini ve iyi bir hayat anlayışına göre %80’lik kısmının iyi bir hayat yaşadığını sanmasının öznel durumdan çıktığını söyler. Ulaşılmaya çalışılan standardın verilere döküldüğü zaman insanların büyük kesimi için bilimin buna yanıt verilebilir durumda olabildiğini açıklıyor.
Sosyal bilimler, bilimin tanımıyla ne kadar entegre?
Peki, bilimi konular ve bölümler ile sınırlayabilir miyiz? İnsanın elinden çıkan bir ürünken psikolojiyi bilimden sayılmamalı mı? Ya da biraz daha genişleterek sormamız gerekirse: Sosyal bilimleri, bilime entegre edebilir miyiz?
Bir grup, iyi bir hayat nasıl olurun cevabının bilimin vermediğini, nesnel olaylar ile ilgilendiğini ve iyi bir hayatın tanımının kişiden kişiye değiştiğini söyleyerek bilime girmediğini söylüyor.
Bir diğer grubun ise fen bilimleri gibi laboratuar ortamında kontrollü bir bilimsel faaliyet söz konusu olmasa da insan davranışlarının neden-sonuç ilişkisi ile açıklamayı ‘amaçlayan’ bir sosyal bilimi olduğunu. Faaliyetlerinde bilimsellik hedeflendiğini söyleyerek psikolojinin bilim olduğunu söylüyor.
Yaşamın olduğu yerde, evren durmadan çalışırken ve sürekli bir şeyler değişim içerisindeyken, bilimin statik olduğunu mu savunabiliriz ya da bilimin hareket halinde olduğunu sosyal bilimler açısından ele alabileceğimizi mi savunabiliriz? Sizce psikoloji bir bilim midir?
Sigmund Freud, bu konuda kendi görüşünü net bir şekilde belli edip konuyu özetlemiş olsa gerek:
“Siz cevaplar bulmaya çalışıyorsunuz, biz ise daha çok soru sormak niyetindeyiz.”
This post is also available in:
English
Yorumlar (0) Yorum Yap