Son zamanlarda yurt dışında bulunduğum dönemlerde insanların öylesine çevreye duyarlı davranışlarını gözlemliyorum ki, önceleri ne gördüklerime ne de işittiklerime inanasım gelmiyor. İnsanlar kasa kasa getirdikleri boş plastik pet ve cam şişeler ve teneke kutuları, karınca sürüsü gibi süpermarketlerin geri dönüşüm toplama istasyonlarına bırakmak için sıraya giriyorlar. Sohbet ettiğim çok yoğun çalışan bir Alman çift, hayatın hızlı akışından ve vakitsizlikten alışılagelmiş dert yanarlarken, kadın sanal alışveriş yapmak zorunda kaldığı için karton, naylon poşet ve benzeri malzemelerin tüketilmesine sebebiyet verdiği için üzülüyor, gün akışını daha iyi planlaması gerektiğini düşündüğünden bahsediyordu. En son olarak da, Türkiye’de evimizde ağırladığımız başka bir yabancı çift, dışarı çıkarlarken çantalarına koymalarını teklif ettiğim iki pet şişe suyu almayı reddediyorlardı; kendi cam şişelerini doldurmuşlardı bile. Ve daha verebileceğim onlarca örnek…
Dünyamız sekiz milyar insanı besleyebilecek kapasitede değil artık, taşımakta zorlanıyor ve iklim değişikliği sorunu nicedir dünyamızın alarm vermekte olduğunun en somut göstergesi… Şimdi kimilerini duyar gibiyim; “E onlar dünyayı kirleterek büyüdüler, bizler niye sorumluluğunu taşıyalım” veya “dünyayı en kirletenler sıralamasında baş sıralarda bile değiliz, biz niye ilgilenelim ki?” diye. Ancak dünyamızın sen yaptın, ben yaptım tartışmasına tolere edecek vakti de kalmadı. En son yayımlanan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli Raporu’na göre, dünyanın iklim değişikliğinden ötürü yaşayabileceği doğal felaketlerin engellemesi için önümüzde sadece on iki sene var. Üstelik şimdilik gidecek başka dünyamız da olmadığına göre mücadelemiz global olmak zorunda. Dolayısıyla, devletlerin de ister gelişmiş ister gelişmekte olsunlar, kalkınmalarının sürekliliğini sağlayabilmeleri için bu gerçekler altında “yeni nesil” büyüme stratejileriyle kalkınmaktan başka çareleri kalmadı aslında.
Türkiye’nin, iklim değişikliği ve sera gazları emisyonlarının azaltılmasına yönelik mücadeleyi politika olarak benimsemesiyle birlikte yeterince hızlı hareket etmediğine ve agresif hedefler belirlemediğine inanıyorum ancak bu da başka bir yazının konusu. Bugün paylaşmak istediğim ve beni üzen konu, Avrupa’da şahit olduğum farkındalık düzeyinden bazı “uzman” arkadaşlarımızın ne kadar uzak oldukları hakkında. Televizyondaki tartışma programlarına katılan kimi konuşmacılar, “Türkiye’nin iklim değişikliğinden daha önemli konuları var”, “iklim değişikliğine ilişkin öngörülen felaketler daha otuz yıl uzağımızda, gelişmiş ülkeler politik odağı kaydırmaya çalışıyorlar”, ya da bence en korkuncu, “iklim değişikliği ile ilgili bir kız çıkıyor, İklim Değişikliği Zirvesi’ne katılmak için uçak kullanmayarak okyanus aşıyor. Acaba bu kızın arkasında hangi güçler var?” gibi talihsiz açıklamalar yapmakta olmaları. Uzunca süre kastettikleri gelişmiş devletlerde bulunan insanların arasında bulunuyorum ve biliyorum ki yukarıda verdiğim örneklerdeki gibi bu devletler ve çoğunluk insanları iklim değişikliğinin gerçek ve şu anda olduğunun farkındalar ve endişeliler. Doğal kaynakların israf edilmeden kullanılmaları ve enerji verimliliği gibi konularda tek vücut olmuşlarcasına beraber ve aynı hedefe doğru hareket ediyorlar. Hedefleri ise; sera gazı emisyonlarını kademeli olarak sıfır noktasına getirmek, fosil yakıtları terk etmek, yenilenebilir enerji kapasitelerini ve enerji verimliliklerini sürekli arttırmak.
İklim değişikliği sorunu konusunda bardağın dolu tarafını değil, boş tarafını görme zorunda olduğumuz zamandayız şimdi… Türkiyemizin ve hepimizin bu konudaki mücadelede, bizlerden daha az mücadele veren veya bu konuya hassasiyet göstermeyen devletlere bakıp kendimizi rahatta hissetmemiz yerine, bu konuda üstün bilince ulaşmış devletleri örnek alıp eksiklerimizi hızla kapatmamız lazım. Vatandaş olarak bizlerin görevi de, iklim değişikliği, doğal kaynakların korunması ve enerji verimliliği konuları hakkında acilen farkındalık bilincine ulaşmamızdır. Zaten çağımızın yeni ekonomik düzeni bu; fosil yakıta bağımlılığı azalmış, doğal kaynaklarını israf etmeyen ve yeşil teknolojilere yatırım yapan devletler kalkınmalarına devam edebilecekler.
Vatandaş olarak hadi o zaman kendimize bir bakalım; bu konudaki gündemi yeterince takip ediyor muyuz, hayatımızda yeşil ve sürdürülebilir bir gelecek için hangi alışkanlıklarımızdan vazgeçebilir, hangi yeni alışkanları edinebiliriz diye bir düşünelim. Yerel yönetimlerimizden ve hatta Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı gibi üst kurumlardan, dahası çalıştığımız kurumsal şirketlerin yönetimlerinden enerji verimliliği ve iklim değişikliği ile çok daha fazla mücadele etmelerini talep edelim, dilekçeler yazalım, sesimizi duyuralım. Malum çocuklar nasihatle değil, davranışları örnek alıp öğrenirler. Ders kitaplarında çevre bilincine dair ne kadar çok bilgi olursa olsun, eğer biz büyüklerin davranışlarıyla örtüşmüyorsa bilgiyi hayatlarına almadıklarını aslında bizler de biliyoruz, öyle değil mi?
Sözümü hani o okyanusu geçen iklim değişikliği aktivisti olan genç kızımız Greta Thunberg’in sözleriyle kapatıyorum:
“Yetişkinler, sizler genç nesillere geleceğe dair umutlu hissetmemizi sağlamakla kendinizi borçlu hissediyorsunuz, ancak ben sizlerden ne umut vermenizi ne de geleceğe dair umutlu olmanızı istiyorum; sizlerin panik olmanızı istiyorum; benim kendi geleceğim ile ilgili her gün hissettiğim korkuyu sizlerin de hissetmenizi istiyorum. Ve harekete geçmenizi; tıpkı eviniz alev almış yanıyormuşçasına harekete geçmenizi istiyorum. Çünkü öyle…”
Yorumlar (0) Yorum Yap