Garip Bir Paradoks: Neden Hayattaki En İyi Şeyler Hep Tersine Doğrudur?

ABD Donanması Özel Kuvvetleri olarak bilinen NAVY Seal’ın eğitim kampında “drown-proofing” adı verilen bir aşama vardır. Kelime anlamı olarak “boğulmaya dayanıklılık” anlamına gelir. Bu aşama gerçekleştirilirken ellerinizi sırtınızın arkasından bağlarlar, ayaklarınızı birbirine bağlarlar ve sizi 2.7 metrelik derin bir havuza atarlar.
Göreviniz beş dakika hayatta kalmaktır.
Genelde öğrencilerin büyük çoğunluğu başarısız olur. Suya atıldıktan sonra, birçoğu panik olup çığlık atmaya çalışırlar. Bazıları havuzun dibine doğru batıp bilinç kaybına uğrayana kadar mücadele eder. Yıllarca bu aşamada ölenler bile olmuştur.
Ama bazıları da bu aşamayı başarıyla tamamlar. Bunu başarmalarının sebebi iki farklı sezgisel dersi çok iyi biliyor olmalarıdır.
İlk ders paradoksaldır: kafanızı suyun üstünde tutmak için ne kadar çok mücadele ederseniz batma ihtimaliniz o kadar çok artar.
Kollarınız ve bacaklarınız bağlıyken, kendinizi beş dakika boyunca yüzeyde tutmak imkansızdır. Daha da kötüsü, vücudunuzu ayakta tutma konusundaki sınırlı girişimleriniz yalnızca daha hızlı batmanıza neden olur. Boğulmaya dayanıklı olmanın püf noktası aslında vücudunuzun havuzun dibine batmasına izin vermektir. Oradan, kendinizi hafifçe havuz zemininden itin ve momentumunuzun sizi yüzeye geri getirmesine izin verin. Yüzeye çıktığınızda alacağınız nefesle bu döngüyü birçok kez yapabilirsiniz.
Garip bir şekilde, boğulmaya dayanıklılıktan kurtulmak insanüstü bir güç ya da dayanıklılık gerektirmez. Yüzmeyi bilmeyi bile gerektirmez. Aksine, yüzmemeyi gerektirir. Normalde seni öldürecek olan fizik kurallarına direnmek yerine, onlara teslim olmalısın ve kendi hayatını kurtarmak için kullanmalısın.
İkinci ders biraz daha açıktır ve bu da paradoksaldır: Ne kadar panik yaparsanız, o kadar fazla oksijen yakarsınız. Dolayısıyla bilinçsiz kalma ve boğulma olasılığınız artar. Bu durum hayatta kalma içgüdünüzü aleyhinize çevirir: nefes alma arzunuz ne kadar yoğun olursa, nefes alabilmeniz o kadar az olur ve ölme şansınız da o kadar yüksek olur.
Boğulmaya dayanıklılık aşaması fiziksel bir irade testinden çok aşırı tehlikeli durumlarda her bir öğrencinin duygusal öz kontrolünün bir testidir. Kendi dürtülerini kontrol edebiliyorlar mı? Potansiyel ölüm karşısında rahatlar mı? İsteyerek, daha yüksek bir değere veya hedefe hizmet etmek için hayatını riske atabilir mi?
Bu beceriler, herhangi bir öğrencinin yüzme yeteneğinden çok daha önemlidir. Esneklikten, fiziksel dayanıklılıktan veya hırstan daha önemlidir. Aynı şekilde ne kadar zeki olduklarından, hangi okula gittiklerinden ya da ne kadar şık giyindiklerinden daha önemlidir.
Bu beceri herkesin geliştirebileceği en önemli becerilerden biridir. Ve sadece ordu eğitimi için değil, yaşam için gereklidir. İnsanların çoğu çaba ve ödül arasındaki ilişkinin birebir olduğunu varsayar. İki kat daha uzun çalışmanın, sonuçları iki katı arttıracağını düşünürüz.
Buradaki varsayım, yaşamın çoğunun doğrusal bir eğri üzerinde olduğu ve çaba ile ödül arasında bire bir oran olduğudur.
Fakat bu neredeyse hiç doğru değil. Doğrusal eylemler sadece akılsız, ezbere dayanan, tekrarlayan işler içindir (bir araba kullanmak, çöpleri atmak, banyoyu temizlemek gibi). Tüm bu durumlarda elde edeceğiniz sonuçlarda şunu bilirsiniz: iki saat boyunca bir şey yapmak bir saat boyunca yapmanın iki katıdır. Fakat bunun sebebi bu eylemlerin hiçbir düşünce derinliğine veya ustalığa ihtiyaç duyulmamasından kaynaklıdır.
Yaşamdaki çoğu aktivite, doğrusal çaba-ödül eğrisi boyunca işlemez, bu aktiviteler yukarıdaki örnekler kadar basit değillerdir. Bu basit olmayan eylemler karmaşık, zihinsel ya da duygusal olarak adlandırılır ve adaptasyon gerektirir.
Bu nedenle, çoğu aktivite azalan bir getiri eğrisi oluşturur:
Bir şeyi ne kadar çok tecrübe ederseniz, o kadar az ödüllendirici olur. Klasik örnek paradır. 20.000 TL ile 40.000 TL kazanmanın arasındaki fark çok büyüktür ve hayatınızı değiştirir. 120.000 TL ile 140.000 TL arasındaki fark, arabanızın biraz daha güzel koltuk ısıtıcılarına sahip olduğu anlamına gelir. 127.020.000 TL ile 127.040.000 TL arasındaki fark temel olarak vergi beyannamenizdeki bir yuvarlama hatasıdır.
Azalan getiri kavramı, karmaşık ve yeni olan çoğu deneyim için geçerlidir. Bir günde aldığınız duş sayısı; bir restoranda teneffüs ettiğiniz tavuk kanatlarının sayısı; bir yıl içinde annenizi ziyaret etmek için yaptığınız gezilerin sayısı… Bunlar ilk başta çok değerli başlayan, ancak daha sık yaptığınızda değeri azalan deneyimlerdir.
Başka bir örnek: iş üretkenliği üzerine yapılan çalışmalar, her gün yalnızca günün ilk dört ila beş saat için üretken olduğumuzu gösteriyor. Bundan sonraki her saat acı veriyor. İşte bu, azalan getiri kavramını işaret ediyor.
Dostluklar ve arkadaşlıklar da bu mantıkla çalışır. Bir arkadaşa sahip olmak hayati önem taşır. Ancak 9 arkadaşınız varsa bu sizin için daha az şey ifade etmeye başlar. Bu sayı arttıkça insanların isimlerini hatırlamak bile güçleşmeye başlar.
Cinsel ilişkiye girmek, yemek, uyumak, alkol içmek, spor salonunda egzersiz yapmak, kitap okumak, tatil yapmak, kahve içmek, para biriktirmek, iş toplantılarını planlamak, sınava çalışmak, mastürbasyon yapmak gibi aktivitelerin tamamı azalan getirilere sahiptir. Hepsi azalan bir dönüş eğrisi üzerinde çalışır.
Ancak, daha önce hiç görmediğiniz ya da duymadığınız bir eğri daha var! İşte ters eğri:
Ters eğri, çaba ve ödülün negatif bir korelasyona sahip olduğu “Alacakaranlık Bölgesi” eğrisidir. Yani, bir şeyler yapmaya ne kadar çok çaba harcarsanız, o kadar çok başarısız olursunuz.
Yazının başında bahsettiğim “boğulmaya dayanıklılık” olayı bu eğri üzerinde bulunur. Yüzeye yükselmek için ne kadar çaba sarf ediyorsanız, başarısızlık olasılığınız da o kadar artar. Benzer şekilde, daha fazla nefes almak istediğinizde, boğulma olasılığınız artar.
Hayatta çok az şey ters çevrilmiş bir eğri üzerinde çalışır. Ancak yapılan birkaç şey son derece önemlidir. Aslında, hayattaki en önemli deneyimlerin ve hedeflerin ters bir eğri üzerinde var olduğunu iddia edeceğim.
Aktiviteniz basit olduğunda çaba ve ödül arasında doğrusal bir ilişki vardır. Fakat aktiviteniz karmaşık ve çok değişkenli olduğunda çaba ve ödül azalan bir getiri ilişkisine dönüşür.
Ancak, aktivite tamamen psikolojik hale geldiğinde (yalnızca kendi bilincimizde var olan bir deneyim) çaba ile ödül arasındaki ilişki tersine çevrilir.
Mutluluk peşinde koşmak sizi ondan daha uzaklaştırır. Daha fazla duygusal kontrol girişimleri bizi ondan uzaklaştırır. Daha fazla özgürlük arzusu sık sık kapana kısılmış hissetmemize neden olur. Sevilmeye ve kabul edilmeye duyulan ihtiyaç, kendimizi sevmemizi ve kabul etmemizi önler.
Bilinçli olarak bir zihin durumu yaratmaya çalıştığımız zaman, o zihinsel durum için arzu yaratmaya çalıştığımızdan farklı ve sıklıkla zıt bir zihinsel durum yaratırız.
Bu “Geriye Dönme Yasası” dır. Olumlu bir deneyim arzulamak olumsuz bir deneyimdir; Olumsuz bir deneyimi kabul etmek olumlu bir deneyimdir. Hayattaki en iyi şeyler hep tersine doğrudur.
Ancak bu, zihinsel sağlığımızın ve ilişkilerimizin büyük kısmını kapsar. Mesela:
1) Kontrol – Kendi hislerimizi ve dürtülerimizi kontrol etmek için ne kadar çaba harcarsak, o kadar fazla güçsüz hissederiz. Duygusal yaşamımız asi ve çoğunlukla kontrol edilemez ve onu daha da kötüleştiren kontrol etme isteğidir. Bunun aksine, duygularımızı ve dürtülerimizi ne kadar çok kabul edersek, onları o kadar fazla yönlendirebilir ve işleyebiliriz.
2) Özgürlük – Daha fazla özgürlük arzusunun sürekli hissedilmesi, bizi birçok yoldan ironik bir şekilde sınırlandırır. Yani aslında sadece kendimizi sınırlayarak, özgürlüğümüzü gerçekten var edebiliriz.
3) Mutluluk – Mutlu olmaya çalışmak bizi daha az mutlu eder. Mutsuzluğu kabul etmek bizi mutlu eder.
4) Güvenlik – Kendimizi mümkün olduğu kadar güvende hissettirmeye çalışmak daha fazla güvensizliğe neden olur. Belirsizlik konusunda rahat olmak, kendimizi güvende hissetmemizi sağlar.
5) Sevgi – Ne kadar çok başkalarını sevmeye ve kendimizi onlara kabul ettirmeye çalışırsak, bizi o kadar az sevecekler.
6) Saygı – Başkalarından ne kadar çok saygı talep edersek, bize o kadar az saygı duyarlar. Biz başkalarına saygı duydukça, bize daha çok saygı gösterirler.
7) Güven – İnsanların bize güvenmesini sağlamaya çalıştıkça, buna daha az eğilimli olurlar. Başkalarına ne kadar güvenirsek, karşılığında bize o kadar güvenirler.
8) Özgüven – Kendimizi daha özgüvenli hissetmeye çalıştıkça, daha fazla özgüvensizlik ve endişe yaratacağız. Hatalarımızı ne kadar çok kabul edersek, o kadar rahat hissedeceğiz.
9) Değişim – Çaresizce kendimizi değiştirmek istediğimizde, buna hazır değilmişiz gibi hissedeceğiz. Oysa kendimizi ne kadar çok kabul edersek o kadar büyüyüp evrim geçiririz.
10) Anlam – Yaşamlarımız için daha derin bir anlam veya amaç peşinde koşarsak, kendimiz için daha takıntılı ve sığ olacağız. Başkalarının yaşamlarına anlam katmaya çalıştıkça, hissedeceğimiz daha derin etkiler göreceğiz.
Bu içsel, psikolojik deneyimler ters bir eğri üzerinde bulunur çünkü aynı şeyin hem nedeni hem de etkisidir. Mutluluğu arzu ettiğinizde, zihniniz eşzamanlı olarak arzulayan şey olur ve kendi arzularının hedefi haline gelir.
Aklımız bir köpeğe benzer. Bu yüce, soyut, varoluşsal hedefler söz konusu olduğunda, tıpkı bir köpeğin küçük canlıları kovalayıp yakalaması gibi bu hedeflerin peşinde koşarız. Aynı köpek bir gün kendi kuyruğunu da yakalamaya karar verir ve dener. Köpeğe bu mantıklı gelir. Ne de olsa kovalamak eylemi köpeğin bu zamana kadar hayatındaki her şeyi yakalamasını sağladı. Neden kuyruğunu da yakalayamasın?
Fakat bir köpek asla kendi kuyruğunu yakalayamaz. Ne kadar çok kovalarsa kuyruğu o kadar fazla kaçıyor gibi görünüyor. Bunun nedeni, köpeğin kendisinin ve kuyruğunun aynı şey olduğunu anlama perspektifinden yoksun olmasıdır.
Amaç zihninizi alıp ona kendi kuyruğunu kovalamasını bırakmayı öğretmektir. Anlam, özgürlük ve mutluluğu kovalamayı durdurmak için… Zihnimize arzularından vazgeçerek arzularını elde edebileceğini öğretmek gerekiyor. Yüzeye ulaşmanın tek yolunun kendini havuzun dibine bırakmak olduğunu göstermek gerekiyor.
Peki bunu nasıl yapıyoruz? Bırakarak. Vazgeçerek. Teslim olarak. Zayıflıktan değil. Ancak, dünyanın bizim kavrayışımızın ötesinde olduğuna dair bir saygı duymamak. Zamanın sonsuzluğunda kırılgan, sınırlı ve geçici lekeler olduğumuzu kabul ederek. Bunu kontrolü bırakarak yaparsın, güçsüz hissettiğin için değil güçlü olduğun için. Çünkü kontrolünüz dışındaki şeyleri bırakmaya karar veriyorsunuz.
Korkuya ve belirsizliğe karşı tam da boğulacağınızı düşündüğünüzde arkanıza yaslanın. Tabana ulaştığınızda bu hamleniz sizi kurtuluşunuza geri döndürecek.
Kategoriler: Gelişim

Yorumlar (0) Yorum Yap

/