“Düşünüyorum, öyleyse varım.” savı ile tanıdığımız kimilerince çağdaş felsefenin babası olarak görülen Réne Descartes (1596-1650) dönemin en modern ve iyi okullarından olan La Fleche’deki Cizvit okulunda eğitim görmüştür. Matematiğin kesinliğinden ve güvenilirliğinden çok etkilenmiştir. Bir kaç yıl asker olarak Avrupa’yı dolaştıktan sonra Hollanda’ya yerleşmiştir.
Descartes kuşkularla dolu olmasına karşın yaşamda bir kesinlik olmasını da mutlak bir şekilde istemekteydi. Bu onu o zamana kadar öğrendiği her şeyi reddetmeye ve kendi ussal güçlerinde kesinlik için bir temel aramaya yöneltti. Doğruluğuna güvenebilecek bir bilgi sisteminin bu ussal ilkelerini bulmaya çalışırken Tanrı’yı, Kiliseyi, Aristo’yu ve bütün önceki felsefecileri, hatta antik edebiyatı bile bir kenara bırakmıştır.
Descartes bir asker olarak Almanya’da bulunurken bir sobanın başında geçirdiği bir gün Kartezyen kuşkuculuk sisteminin nasıl yavaş yavaş aklına geldiğini anlatmış, bu pasajlarında kendisinin gündelik hayatında elinden geldiğince mutlu yaşamayı elinden bırakmamak için dört kuraldan oluşan ahlak anlayışını “Yöntem Üzerine Konuşmalar” (1637) ile bizlerle paylaşmıştır.
1) Aynı Yaygınlıkta Benimsenen Birçok Görüş Arasından En Ilımlılarını Seçmek
Descartes’e göre mutlu yaşamanın ilk formülü yaşadığın bölgenin değerlerini, alışkanlıklarını ve yasalarını çok iyi bilmek ve bunları reddetmekten kaçınmak ile birlikte yaşanılan en sağduyulu kimselerin uygulamada hep birlikte benimsediği en ılımlı ve aşırılıktan en uzak görüşleri izleyerek kendini yönetmektir.
Yani Descartes aynı yaygınlıkta benimsenen bir çok görüş arasından en ılımlılarını seçmenin doğruluğundan söz etmekteydi. Çünkü bunlar uygulamaya her zaman en uygun olanlardı ve tüm aşırılıklar kötü sayıldığından büyük bir olasılıkla en iyileriydi; öte yandan aşırı noktalardan birini seçen her kimse, yanıldığında doğru yoldan iyice ayrılmamak için, diğer bir aşırı noktaya tutunması gerekecekti. Descartes özellikle insanın özgürlüğünü kısıtlayan tüm yükümlülükleri aşırılıklar arasına koymaktaydı.
2) Bir Kere Çok Güvenilir Olduğuna Karar Verdiğimiz Eylemlerimizin Sonrasında Kuşkuya Düşmeden Onları Dirençle İzleyebilmek
İkinci kural, eylemlerimizde elimizden geldiğince tutarlı ve kararlı olmak ve en kuşku götürür görüşlerin bile bir kere çok güvenli olduklarına karar verdiğimiz zaman onları dirençle izlemek olacaktı.
Descartes bu kuralını ormanda yolunu şaşırmış yolcuları örnekleyerek destekleyecekti: “Ormanda yolunu şaşırmış yolcular bir o yana bir bu yana fır dönerek dolaşmamalılar, bir yerde durup kalmamalılar da, ama olabildiğince aynı yöne doğru hep dosdoğru yürümeliler ve başlangıçta o yolu seçmeye belki yalnız raslantıyla karar vermiş olsalar da sıradan nedenlerle yollarını değiştirmemeliler: çünkü bu yolla tam istedikleri yere gidemeseler de hiç değilse sonunda büyükbir olasılıkla bir ormanın ortasında olmaktan daha iyi bir yere varacaklardır.”
3) Her Zaman Kendini Yenmeye, Dünyanın Düzenini Değiştirmeye Çalışmaktan Önce Arzularını Değiştirmeye Çalışmak: Kendine Yönelmek
Üçüncü kural, her zaman yazgıdan çok kendini yenmeye, dünyanın düzenini değiştirmekten çok arzularını değiştirmeye çalışmak ve genellikle düşüncemizin dışında herhangi bir şeye tümüyle egemen olamayacağımıza göre, dışımızdaki şeylerle ilgili olarak elimizden geleni yaptıktan sonra bizi başarmaktan alıkoyan her şeyin bizim açımızdan mutlak olarak olanaksız olduğuna inanmaya alışmaktır.
Fakat Descartes’e göre bir yandan her şeye bu açıdan bakmaya alışmak için uzun bir çabaya ve hep kendi üstüne düşen bir düşünceye gereksinim olduğunu bilmemiz gerekmekteydi;
Eskiden yazgının egemenliğinden kendini kurtaran, acılara ve yoksulluğa karşın mutlulukta tanrılarıyla yarışan bu filozofların (Stoacılar) gizi özellikle buna dayanıyordu. Çünkü hep doğanın kendileri için çizdiği sınırları belirlemeye çalışarak düşüncelerinden başka hiçbir şeye egemen olamayacaklarına, bunun onları başka şeyler için herhangi bir heyecan duymaktan alıkoyacağına iyice inanıyorlardı; düşüncelerini öylesine mutlak bir biçimde kullanıyorlardı ki, doğanın ve yazgının çokça desteklediği ama bu felsefeye bağlı olmadıkları için her istediklerini kullanamayan insanlardan kendilerini daha zengin, daha güçlü, daha özgür, daha mutlu saymakta bir bakıma haklıydılar.
İlginizi Çekebilir:
Hayatımızda neyin kontrolü elimizdedir? Başarısızlıklarımız, kalp kırıklıklarımız, kayıplarımız, başımıza gelen iyi ya da kötü bütün olaylar, sanki baş kahramanı olduğumuz bir filmi izliyormuşçasına durmaksızın akıp…
4) Kendini Yönetirken Eş Zamanlı Olarak Başkalarının Görüşlerine Saygılı Olmak
Bu ahlak anlayışına sonuç olarak, bu yaşamda insanların en iyiyi seçmeye çalışmak için yaptıkları çeşitli işleri gözden geçirmeyi, sağduyu ile yapılan hiç bir işi göz ardı etmemek gerektiği söylenebilir.
Descartes insanın başkalarının işlerinden söz etmek istemeden, kendi işinde de bulunduğum yerden, yani tüm yaşamını usunu geliştirmeye ve kendini yükümlü kıldığı yöntemi izleyerek elinden geldiğince doğrunun bilgisinde ilerlemeye adamayı sürdürmekten daha iyisini yapamayacağını düşünmekteydi.
Yorumlar (0) Yorum Yap