Toplumsal olarak önemli gelişmeler katettik. Örneğin Steven Pinker insalık tarihindeki En Barışçıl Dönemden Geçtiğimiz tezini savunuyor. Bugün hayatımızın en gerçek, en gündelik, en sıradan anlarına baktığımızda ne görüyoruz peki?
En başında, içinde yer aldığımız toplumun çok temel bazı varsayımları var. Bu varsayımları bize sıkılma, usanma bilmeden tekrarlıyor. Bu yazıdan bunlardan bir tanesine odaklanmak istiyorum: Bireysellik ve İşbirliği arasındaki tezat. Bu tezatı çözmek, son dönemlerde sıklıkla karşılaştığımız ve gelecekte daha detaylı değineceğimiz Paylaşım Ekonomisi, Endüstri 4.0 ve değişen çalışan ve şirket ilişkilerinin özünde yatıyor.
Aslında önemli tarihsel ve ekonomik geçmişi olan bir konudan bahsediyoruz. Bu tezatı anlamak tarımsal devrimi, endüstriyel devrimi çözmeyi, insan psikolojisini keşfetmeyi, ekonomik liberal ve sosyalist teoremleri bilmeyi gerektiriyor. Biz bir kestirmeden gidelim. Tüm bunları anlamak, keşfetmek ve analiz etmek yerine biraz daha başa dönelim. Basit ama çok önemli bir soru soralım.
“İnsan Nasıl Üretir?”
Bu sorunun cevabını vermek için şu anda yazıyı okurken etrafınızda gözünüze çarpan ilk 10 nesneyi inceleyin. Aralarında tamamen bireysel çaba ile, farklı insanlar arasında herhangi bir işbirliği veya görev paylaşımı olmadan yapılmış bir örnek var mı?
Evet, kişiler olarak önemli bir üretim kapasitemiz var. Ancak insan olarak ürettiğimiz en değerli, en dikkat çekici ve en faydalı ürünlerin tamamında birden fazla insanın parmağı ve bir şekilde işbirliği vardır.
Bunun sebebi çok basit. İnsanlık tarihinde geriye gittiğimizde bütün medeniyetimizin aslında işbirliği ile başladığını görürüz. İnsanlar, bugün bulundukları noktaya her şeyden önce dil kullanarak anlaşabildikleri ve bunun sayesinde üçlü beşli değil, yüzer kişilik grupları organize edebildikleri için gelmişlerdir. Tek başınıza bir apartman yapabilir misiniz? Tek başınıza bir araba üretebilir misiniz? Tek başınıza bir telefon ya da bir bilgisayar inşa edebilir misiniz?
Dünyanın en zeki ve en çalışkan insanı bile bunları yapamaz. Çünkü bunlar bireyi aşan görevlerdir.
Bugün yaşadığımız dünyanın materyal gerçeklerine baktığımızda bunları görürüz. Bugünkü hayatımızı nasıl yaşadığımızı belirler. Binalarda yaşar, başka binalarda çalışır, yollarda arabalarla gider, telefonlarla bilgiye ve sosyal çevremize ulaşırız. Yaşadığımız her an dokunduğumuz-kullandığımız-içinde olduğumuz üretimler, istisnasız bireysel olmayan üretimlerdir. En bireysel olarak hayal ettiğimiz üretimler bile, örneğin şarkı bestelemek, kitap yazmak, veya sahnede sunum yapmak, genelde bir çok insanla işbirliği içerisinde üretilmiştir. Ya bir editör vardır, ya bir imaj danışmanı, ya da bir ses mühendisi.O zaman şunu düşünmenin vakti gelmedi mi? Bütün üretimleri kolektif olarak yapan ve kalabalık gruplar halinde organize olarak değer üreten canlılar olarak neden hep “bireyselliğin” en değerli şey olduğunu duyuyoruz? Neden hep bireyselliği yüceltirken işbirliği yapmaya bir mecburiyet gibi bakmamız gerektiği mesajını okuyor,dinliyor,izliyoruz? Neden bütün eğitim sistemi bireysel başarıya odaklanırken, takım çalışmasının önemini bir dipnot olarak düşüyor da takım çalışmasını yüceltmiyor. Neden bütün ödül ve ceza sistemleri bireysel?
Sorun = Tüketici Kimlik > Üretici Kimlik
Şunu fark edelim: Bugünün modern dünyasında toplumsal alana katılmamız öncelikli olarak tüketici kimliklerimiz üzerinden olur. İçinde bulunduğumuz politik ve kültürel sistem direkt olarak ekonomiye bağlıdır. Ekonominin sürdürülebilirliği direkt olarak tüketimin devamlılığına bağlıdır. Tüketimin devamlılığı ise tüketiciler üzerinden gerçekleştir. Bu sebeple vatandaş olarak toplumsal hayata karışırken ki asıl fonksiyomuz üretim değil tüketimdir. Rekabet etmek için, statü göstermek için, farklılaşmak ve kimliğimizi ayrıştırmak için bize açılmış kapıların büyük çoğunluğu bir türlü tüketim faaliyetine çıkar.
Ayrıca, bireyler daha iyi tüketicidir. Bireylerin ihtiyaçları daha kolay belirlenir ve satın alma arzusu bireylerde daha kolay yaratılır. Bir apartmandaki 3 farklı aile, kendilerini bir grup olarak gördüklerinde aynı arabayı paylaşma şansına sahipken, bu ailelerdeki her bir kişi bireyselliğe vurgu yaptıkça, toplam 3 değil, aile başına 3 araba satın alınmış olur. Çünkü araba özgürlüğü, kişinin kimliğini, ekonomik statüsünü ve bireyselliğini sembolize eder.
İşte bu “terslik” belki de dünyada yanlış giden bazı şeyleri de açıklıyor. Evet hem tüketmek hem üretmek duygusu insanın içindedir. Tüketmek de kötü bir şey değildir kendi başına. Ancak tüketmek, üretmenin peşinden gelmelidir.Hayatta tüketmek de vardır, üretmek de. Ancak asıl hayat ile bağlantı, üretim üzerinden kurulur. Üretimin en doyurucusu, en büyük eserlere fırsat veren ve en değerli şekli ise kolektif üretimdir. Yani bireylerin birlikte, tek başına ulaşabileceklerinden daha büyük başarılara ulaşmasıdır.
“Üretmek Özünde Kolektif Bir Eylemdir”
Tüketmek doğası itibariyle ne kadar bireyselse, üretmek de doğası itibariyle o kadar kolektif bir eylemdir.
Özetlemek gerekirse, insan nasıl üretir? Sorusunun ilk ve en direkt cevabı “birlikte”dir. Amacım burada ütopik bir dünya çizmek veya sosyal bir mesaj vermek değil. Ancak hem psikoloji hem sosyoloji alanında son yıllarda yapılan bütün araştırmalar bu bulguları doğruluyor. Detaylarıyla ilgiliyseniz bu argümanın psikoloji tarafı için birlikte üretimin oksitosin hormonu ile ilişkisine; sosyoloji tarafı için de Robin Dunbar’ın kültürel evrime odaklandığı Human Evolution isimli kitabına yönlendirebilirim.
Hayattaki en güzel tecrübeler ve en değerli anlar, kolektif üretim süreçlerinin sayesinde gerçekleşir. Bugünkü anatomik yapıya sahip olduğumuz 200,000 yıllık dönemin %99’unda (zaman zaman rekabet etsek de) dayanışma halinde ve birlikte olduğumuz insanlarla bir şeyler ürettik. Bu yeri geldi karasaban oldu, yeri geldi yel değirmeni. Birlikte ürettikçe daha da geliştik.
Bu yüzden kolektif üretim süreçleri içinde bulunduğumuz modern çağın bir modası değil, insana içkin, özünde olan, onun kendini gerçekleştirmesini sağlayan bir gerçektir. Bunu keşfetmiş olmak ise ileri doğru atılmış büyük bir adımdır.Hangi işi yapıyor olursak olalım, çalıştığımız ortamlarda sadece “görev paylaşımı” yapmak, ve herkesin üzerine düşenin asgari olanını bireysel olarak yerine getirmesindense, “birlikte üretim ve işbirliği” yapmayı deneyelim. Herkes ürettiği son çıktı da biraz da olsa parmağı olduğunu hissetsin. Hem ekip arkadaşlarına hem de yaptığı işin kendisine yakınlaşacaktır.
Bu şekilde sadece sondaki para ödülü için muzdarip bir şekilde işe gidip gelmektense, keyifle ve süreçten zevk alarak çalışan insanlar yaratmak bile mümkün.
Daha iyi hayallere.
[divider]Konuk Yazar[/divider]
Yorumlar (0) Yorum Yap