Hiçbir sorumluluğunuzun olmadığı bir gününüz olsa ne yapardınız? Peki, böyle bir günü yaratmanız mümkün mü? Harvard Business Review’den Neil Pasricha kendi deneyimleriyle “Dokunulmaz Gün” kavramını anlattığı harika bir yazı yazmış. Gelin birlikte bakalım:
Bazı günler kişisel üretkenliğinize engel olan telefon görüşmelerinden, toplantılardan veya derslerden kaçmak imkansız gibi gelebilir. Fakat üretkenliğe ayırabileceğiniz değerli vaktinizi geri alabilmek konusunda çaresiz değilsiniz. Bu yazıda vaktinizi geri kazanabilmeniz için birkaç tavsiyede bulunacağım.
Toplantılardan nefret ediyorum. Çünkü toplantılar, sadece gerçekleştiği anda beni meşgul etmiyor. Toplantılarım beni; uyumadan önce, uyandığımda, sabah kahvemi yudumlarken kısacası nefes aldığım her an meşgul ediyor ve zihnimde sürekli yer tutuyor. Fakat en kötüsü de bir toplantı bittiği anda, yeni bir toplantı kararı alınıyor.
Walmart’ta direktör olarak çalışırken günlerim toplantılarla geçiyordu. Çalışan herkesin günleri de öyleydi elbet. 2016 yılında bir yazar ve konuşmacı olarak kendi yolumu çizmeye karar verip işten ayrıldığımda toplantılarla dolu günlerimin geride kaldığını düşündüm.
Ama yanılmışım.
Şimdiyse röportaj aramalarım, editör ve web geliştiricileriyle öğle yemeklerim, kitap başlıkları ve yayın programları hakkında görüşmelerim ve radyo röportajlarım var. Ayrıca yapacağım her konuşmadan önce, etkinliğin hedeflerini ve lojistiğini açıklığa kavuşturmak için ayrı ayrı toplantılar yapma zorunluluğum var. Yani anlayacağınız toplantılar asla bitmiyor.
Ama sorun şu ki, geldiğim noktada yaratıcılığımı kaybettiğimi hissediyorum ve bunun için vakit ayırmak gittikçe zorlaşıyor. Dünyamız yoğunlaştıkça ve telefonlarımız çaldıkça, hepimiz için en kıt kaynak yaratıcılık haline geliyor. Sonuç olarak; dünyaya yeni ve güzel bir şey vermek için zaman ayırmıyorsanız değeriniz hızla düşüyor demektir.
Ben artık o insan değilim. Şimdi işten sonra eve geldiğimde, eşim ve iki küçük oğlumla daha sık vakit geçiriyorum. Benim için hiçbir şey onlarla geçirdiğim vakit kadar değerli değil ve olmayacak. Tam da bu sebeple; sevdikleri ile yeterince vakit geçirmeyenlerin fikirlerine karşı önyargılıyım. Ailemle geçirdiğim vakit arttıkça asıl ihtiyacım olan şeyin, daha fazla zaman ayırmadan daha fazla iş yapmanın pratik bir yolunu bulmak olduğunu fark ettim. Yani bir şekilde daha üretken olmam gerekiyordu. Birim zamanda daha fazla iş yapabilmeliydim. Dürüst olmak gerekirse de cevabı hemen bulmaya ihtiyacım vardı. Neden? Çünkü tam zamanlı bir yazar olarak ilk yılımda üretkenliğimin düştüğünü hissetmeye başladım. Üstelik “o kadar da” severek yapmadığım bir önceki işimi bırakmış olsam bile.
Sonunda kariyerimi, zamanımı ve akıl sağlığımı kurtardığını düşündüğüm bir çözüm buldum. Şu anda benimle birlikteyseniz bahse girerim bu çözüme de ihtiyacınız vardır; ben buna “Dokunulmaz Günler” diyorum.
Bu günler insanların bana tam manasıyla erişemediği günler.
Dokunulmaz Günler, işlerimi tekrar yoluna koymam hususunda benim gizli silahım oldu. En yaratıcı ve ödüllendirici çalışmamı işte böyle tamamlıyorum . Kabaca bir karşılaştırma yapmak gerekirse, toplantılar arasında kitap yazdığım bir günde belki 500 kelime yazabilecekken “Dokunulmaz” bir günde 5000 kelime yazabiliyorum. Kısacası bu günlerde 10 kat daha üretkenim.
Dokunulmaz Günleri Nasıl Belirliyorum?
Takvimimi açıp önümdeki 16 haftadan sonraki ilk günden itibaren günleri süzmeye başlıyorum. Her hafta için tahmin edilemez bir günü dokunulmaz ilan ediyor ve o günün üzerine tamamen büyük harflerle yazıyorum: “dokunulmaz.” Başka hiçbir şey için büyük harflerle yazmıyorum, ama dokunulmaz günlerin yüksek sesle konuşmasına izin veriyorum.
Neden 16 hafta ileriden bakıyorum? Çünkü konuşmacı olarak katılacağım etkinliklerin programımı 16 hafta öncesinden tamamen netleştirmiş oluyorum. Fakat daha da önemlisi geri kalan diğer her şeyden önce “Dokunulmaz Gün”ü belirlemiş oluyorum. Diğer günler daha sonra da programa eklenebilir tabi.
Dokunulmaz Gün’üme başladığım zaman kendimi tam teçhizatlı kurşun geçirmez bir arabanın içinde tamamen yalnız başımaymış gibi hayal ediyorum. Hiçbir şey içeri giremez veya hiçbir şey dışarı çıkamaz. Üzerime fırlatılan toplantılar ön camdan yansıyor; metinler, uyarılar ve telefon görüşmeleri de öyle. Cep telefonum bütün gün uçak modunda, dizüstü bilgisayarımda Wi-fi tamamen devre dışı. Hiçbir şey beni rahatsız edemez ve tek bir şey bile canımı sıkamaz.
Peki ya acil durumlardan nasıl haberdar olacağım?
Kısa cevap: aslında hiçbir zaman gerçek bir acil durum olmayacak. Uzun cevap ise, eskiden kimsenin cep telefonu olmadığı fakat bir şekilde -ve gerçekten gerektikçe- bir noktada ulaşılabilir hale geldiğimizdir. Eşim bu cevabıma çok kızmıştı tabi. Bir uzlaşma olarak dokunulmaz günlerimi planlamaya başladığımda, kurşun geçirmez arabamın kapısını öğle yemeğinde bir saatliğine açacağımı söyledim. Bunu yaptığımda on yedi kısa mesaj, düzinelerce e-posta, bir sürü bildirim ve eşimden gelen tam olarak sıfır acil durumla yüz yüze karşılaştım. Birkaç ay sonra bunu yapmayı bıraktım ve onun yerine eşime nerede olacağımı söylemeye başladım. Bu ona huzur verdi. Eğer kötü bir şey olursa çalıştığım yeri arayabilir ya da sadece gidip beni son çare olarak bulabilirdi.
This post is also available in: English
Yorumlar (0) Yorum Yap