Ekşi Sözlük yazarı “baranba”, ilkokulda bir resim dersinde yaşadığı hikayeyi paylaşmış. Yaratıcılığımızın gerçekçi olmadığı için kabul görmediği durumlara birçoğumuz aşinayız. Buna benzer bir hikayeyi de baranba’dan dinleyelim.
ilk okul birinci sınıftı sanırım. resim dersindeyiz. düzenli bir öğrenci olarak boyamı, defterimi hazır etmişim. 20 çeşit renkten oluşan monami pastel boyalarımı gururla çıkarıp masaya koymuşum. o sıralar 20 çeşit pastel boyalar fena ciks bi ürün. yani 20 çeşit pastel boyan varsa, karizmasın. 10 çeşit varsa, idareliksin.
5 çeşitse eğer boyalar, eziksin. ama marka da önemli. o zamanlar markalar giyilen kıyafetlerin, kullanılan telefonların, ayakkabıların değil pastel boyaların, sırt çantalarının uçlu kalemlerin vazgeçilmeziydi. benim boyalarım da monamiydi. sağlam marka yani. inanılmaz mutlu hissediyorum. öğretmen gelince mopak defterimi de açtım.
öğretmen dedi ki, manzara resmi yapın.
ben de başladım çizmeye… sıradağlar çizdim. aradan bir nehir akıyor işte. klasik ilkokul birinci sınıf resim kompozisyonu. nehrin kenarında bir ev. nehrin içinde taşlar falan…
ha, bir de ağaç, o şart. yer yer kuzular. derken, bir de güneş çizeyim dedim. dedim demesine ama… beş altı tane dağ yapmışım, hangilerinin arasına koysam bilemedim. ben de hepsinin arasına koydum. altı tane dağ var, beş tane güneş var.
arazide de eksiklik hissettim. dedim ki oraya da bişey yapayım. bu yüzden nehrin üzerindeki köprüyü geçip sağa dönünce beliren evleri geçtikten sonra ağaçlara gelmeden, işte oraya bi ışınlanma merkezi çizdim. böyle tek odalı, bi kapısı iki penceresi olan, çatısı iskandinav çatıları gibi dikine dikine tasarlanmış kapısında da “ışınlanma merkezi” yazan bi konut…
resmi bitirince öğretmen kontrol etmeye başladı. beğenilen resimler duvara asılacak, heyecanla bekliyorum. sıra bana geldi, öğretmen bi resme baktı, bi bana baktı… bana dedi ki: ‘rica ederim.’ öyle bir ağrıma gitti ki: ‘ben de sana rica ederim,’ dedim.. ben o zaman anlamını bilmiyordum, yani onu bir küfür zannettim. afadsfgdsa şaka lan. bana baktı, dedi ki, “bu güneşler ne” dedi. ben de “bu güneş türkiye’yi aydınlatan güneş, bu japonya’nın güneşi, bu madagaskar’ın güneşi, bu amerika’nın bu meksika’nın bu da yeni zellanda’nın güneşi” dedim. bu ülkeleri aynen saydım. peki bu ışınlanma merkezi ne diye sordu, ben de “buradan ışınlanmak isteyenler gidiyolar” dedim. böyle resimler olmaz, gerçek şeyler çizmen lazım, hiç güzel olmamış dedi. ben de yırtıp attım resmi.
ben orada her ülke için güneş çizerek sürreel bi bakış atmışım, içinde madagaskar’ın da olduğu 6 tane ülkeyi bir çırpıda saymışım. bir de üstüne neo-teknolojik bir gelişme ile alakalı argüman kullanmışım, 7 yaşındaki çocuk halimde bunları resmetmişim, öğretmen şaşırıp “oğlum sen madagaskar’ı nereden öğrendin” diye şaşıracağına “ışınlanma olayını nereden gördün” diye apışık kalacağına “her ülke için bir güneş çizme fikrini nasıl düşündün” diye oha falan olacağına “bunlar olmamış” diye müfredat fetişizmi yapmıştı.
işte türkiye’deki eğitim sistemi budur
Kaynak.
This post is also available in: English
Yorumlar (0) Yorum Yap