Zaman ölçülmüş olan veya ölçülebilen bir ayrım, uzaysal boyutu olmayan bir sürekliliktir(sonsuzluk)Bu kavram tarihsel süreç boyunca iki temel alanda incelenmiştir ; Fizik ve Felsefe. Fizikte zaman göreceli bir kavramdır. Bu olgu literatürlerde ‘’t’’ harfi ile simgelenir. (Latince zaman anlamına gelen tempus) Zaman, iki hareket arasındaki süredir ve madde ile hareket olgularının nesnelliği zamanla belirlenir. Bu nedenle zamanın olmadığı yerde nesnellikte yoktur. Aynı şekilde hareketin hızı zamanın da hızıdır. Kuantuma veya göreleliğe bakarsak uzay ve zaman birbirletiyle doğrudan ilişkili ve bağlantılıdır.
Zaman kavramı bir çok filozof tarafından konu edinilmiş bir alandır. Zaman denilince madde, hareket ve süre işin içine girmekte ve bunların öncelik sonralık problemi ortaya çıkmaktadır. Çünkü madde olmadan bir hareket gerçekleşmeyeceği gibi hareket olmadan süre, süre olmadan da zaman ortaya çıkamaz. Bu süreçler ancak insan ile anlam kazanmış ve bilince konu olmuştur. Ama zaman en çok filozofların araştırma konusu olmuş ve ta ilkçağdan günümüze kadar zaman varlık ve ilk felsefe olarak adlandırılan metafiziğin vazgeçilmez alt başlıklarından biri haline gelmiştir. Şimdi bu filozofların belli başlılarından zaman görüşünü ele alalım. İlkçağda olan zaman anlayışıyla Ortaçağda olan zaman anlayışı birbirinden oldukça farklıdır. İlkçağ’da Aristoteles, Ortaçağda Augustinus zaman konusundaki görüşleri açısından öne çıkan filozoflardandır. İlkçağ’da bilindiği üzere bir yoktan yaratım fikri yoktu ve Tanrı yalnızca var olan formsuz maddeye şekil veren bir Usta Tanrı idi. Ortaçağda ise Hıristiyanlığın etkisiyle yoktan yaratım fikri benimsenmiş oldu. Buna göre, Tanrı evreni yoktan yaratmıştı. Yaratma kavramı bağlamında zaman anlayışına baktığımızda karşımıza bir problem çıkar. Tanrı evreni yaratmadan önce ne yapıyordu?
Aristoteles’in zaman anlayışı değişim ya da devinimle doğrudan alakalıdır. Her şeyin sabit durduğu ve değişimin olmadığı yerde zamandan bahsetmek mümkün müdür? Zamanı anlayabilmek için zaman ve şimdiki an arasındaki bağlantıya bakmak gerekir. Bu nedenle Aristoteles ‘in zaman görüşü şimdiki an üzerine kurulu gibidir. Zaman hepten yok mudur ya da ele avuca sığmaz kaygan bir şey midir? Zamanın bir parçası var olmuştur ama o şu an var değildir. Gelecekteki parçası da ileride var olacaktır. Yani o henüz mevcut değildir. Zaman parçalanabilir parçalarından biri olup bitmiş, diğeri de henüz var olmamıştır. Şimdiki an ise zamanın bir parçası değildir. Çünkü parçanın bir ölçüsü vardır, bütünün parçalardan kurulması gerekir. Oysa zaman şimdiki anlardan bir araya gelmiş gibi görünmüyor. Şimdiki an geçmiş ile geleceği ayırır. Zaman, değişim ve insana birlikte bakalım. Anne karnında başlayan yaşam sürecinin bazı evreleri vardır. Bu evreler; embriyo, fetus, bebeklik, çocukluk, gençlik, yetişkinlik, yaşlılık ve ölüm gibi evrelerden oluşur. Bu evrelerin her birisinde bir değişimin bir gelişimin olmadığını farz edelim. O zaman bütün bu evreler, durağan bir şey olarak kalır. Örneğin bir embriyo evresinde ise embriyo, çocukluk evresindeyse çocuk vs. Dolayısıyla zaman bir değişim değil fakat değişimle bire bir ilgilidir. Değişime insan bağlamında bakarsak zamanın insan ile anlam kazandığını görebiliriz. Çünkü diğer canlılarda zaman kavramı diye bir şeyden söz edilemez. Olsa olsa sadece “an” vardır.
Ortaçağın önemli temsilcilerinden olan Augustinus’un zaman anlayışına baktığımızda Hıristiyanlığın etkisiyle ortaçağın hâkim düşüncesi olan yoktan yaratım fikrinin zaman anlayışı üzerinde etkili olduğunu söyleyebiliriz. Her dönemin hakim olan düşünce yapısı o dönemin düşünce adamlarını etkilediği bilinen bir gerçektir. Dönemin hakim anlayışı düşünürleri etkilemiştir, tabi ki düşünce adamları da dönemin düşünce yapısı üzerinde etkili olabilmiştir. Augustinus’un da içinde bulunduğu dönemin varlık konusundaki hakim düşünce yapısı yoktan yaratım fikriydi. Zaman ve varlıkta birbiriyle ilişkili olduğundan bunun Augustinus’un zaman görüşü üzerine etkide bulunduğunu söyleyebiliriz. Zamanın bilincine varabilmek için bir şeylerin akıp gitmesi gerekir. Geçmiş ve gelecek nerede diye sorulduğun da Augustinus oldukları yerde şimdiki zaman olarak vardırlar diye cevap veriyor. Bu üç zaman insan zihnindedir aksi takdirde biz onun farkına varamazdık. Ona göre zaman aklın veya ruhun bir ürünüdür. Varolan ve şimdiki zamanda bulunan şeylerden öndeyide bulunarak gelecek hakkında bir şeyler söylenebilir. Augustinus, zamanın aklın bir ürünü olduğunu söyler ,ölçtüğümüz şey belleğimizde iz bırakan şeydir. Tanrı evrenle birlikte zamanı da yoktan yaratmıştır. Yaratımdan önce bir zamandan bahsetmek saçmadır.
Ünlü fizikçi Carlo Rovelli, “The Order of Time” isimli kitabında bu kavrama dair muhteşem şekilde düşünülmüş fikirlerle karşımıza çıkıyor. Kitapta zamanın insanlar tarafından algılanış şekliyle, çok küçük ve çok büyük ölçeklerde aslında var olmadığı gerçeğine kadar pek çok ilginç konuya değiniliyor. Süreklilik hissinin ve kronoloji kavramlarının da varlığımızı anlamlı kılabilmek amacıyla kendimiz için uydurduğumuz yalanlar olduğunu düşünüyor.
Rovelli’ye göre zaman, evrensel bir gerçek değil; bir perspektiften ibaret. Biyolojik yapımız ve evrimsel gelişimimiz neticesinde, Dünya’daki yerimiz ve Dünya’nın da evrendeki yerinin etkileriyle deneyimlediğimiz bir durum olduğunu düşünüyor.
“Evrende küçük bir noktada yer alan ve bu noktaya göre bile hayli küçük olan biz insanlar, dünyayı zamanın içinde kusursuz bir şekilde akıyormuş gibi deneyimleriz. Fakat kuantum düzeyinde bakacak olursak, zaman diye bir şeyin olmadığını ve süreçlerin ifade edilemeyecek kadar kısa olduğunu görürüz.”
Buraya kadar olan bölümde zamanı felsefe ve bilim ile birlikte tuttuk ve incelemeye çalıştık. Peki bireysel olarak zamanın bizimle olan ilişkisi nasıl ? Onu tanıyor muyuz? Takip edebiliyor muyuz? Zaman denildiğinde insanın aklına en çok geçmiş zaman gelir. Çünkü geçmiş zaman yaşanmıştır, ya da en azından insan yaşandığı yanılsamasını yaşamaktadır.Çoğunlukla geçmiş zaman ve yaşadıklarımız üzerine düşünürüz. Gökyüzüne baktığımızda gördüğümüz yıldızların binlerce yıl önceki durumlarını görürüz. Çünkü bu yıldızların ışıkları dünyaya farklı ışık zamanlarında ulaşır. Belki de şimdi gördüğümüz bir yıldız bir patlama ile yok olmuştur ve biz onu gökyüzünde varmış gibi görürüz. Geçmiş nereye gitmektedir? Geçmişe dönüş olası mıdır? Ya da geleceğe?Eğer söylendiği gibi hep şimdiyi yaşıyorsak, geçmiş ve gelecek bu gerçekliğin neresinde yer almaktadır? Göründüğü gibi sorular uzayıp gidebiliyor. Yanıta ulaşmak yerine sadece soru sorarak yolumuzu genişletiyoruz.
Yüzyıllar önce yaşamış olan mitoloji yazarlarının(!) zaman üzerine yazdıkları şu bölüme bakalım ; Kaldırıp kolundan zamanı uzaklara fırlatan o iri gözbebeklerinde yakamozlar dans eden Kız, yine de zamanın büyüsünden ve yapışkanlığından kurtaramamıştı kendisini. Ama sanki zamanı durdurmak ister gibiydi.Ama kaval kemiğinin altında bir anlık karıncalanmadır zaman…Bir ihanet tanrısıydı zaman; acıyla, hüzünle ve sevinçle kandırıyordu ölümlüleri. Kız, Europides’in Troyalı Helenası’na benzemek istiyordu. Bütün felaketlerin nedeni Helena gibi zamanı kanatlarından yakalamayı ve kendi havadan yapılmış vücuduna hapsetmeyi düşlüyordu. Zamanı yadsıyordu tüm benliğiyle, geçmiş, şimdi ve gelecek yoktu. Zaman belki de ölümün kendisi ya da ölüm ötesiydi.
Sonuç olarak yani zaman denen şeyin aslında “geçen” bir şey olduğu tamamıyla insanın algılayışı ya da hayata bakınca gördüğü bir basitleştirmeden ibaret. Güneş doğuyor ve batıyor demek gibi yani. Nasıl bir gün gelip güneşin doğup batmadığını anladıysak, belki bir gün de biri gözlerimizi açacak geçen bir şeyin olmadığı gerçeğine. Belki o zaman zamanın gerçek doğasını anlayacağız. Bunu anlayınca mı döneceğiz şimdiye? Veya zamanın nereye doğru aktığını anlamaya çalışmak yerine ‘‘durduğumuz an’’ ile mi tanışmalıyız?
Yorumlar (0) Yorum Yap