Bertrand Russell’dan İnsan Davranışlarına Yön Veren 4 Temel Dürtü

Arzu Dokuzoğlu

Arzu Dokuzoğlu

İTÜ-Kimya Müh.

Bertrand Russell, insanlığın en berrak ve aydınlık beyinlerinden biri olarak tanınıyor. Bize “iyi yaşam”ın gerçekte ne anlama geldiğini, “verimli monotonluğun” mutluluk için neden gerekli olduğunu anlatan Russell, 1950 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü.
Russell, insani idealleri ve düşünce özgürlüğünü savunan çeşitli önemli yazılar kaleme aldı. Yazıları Nobel Writers on Writing kitabına dahil edildi ve yaptığı kabul konuşması zihinlerde yer etti.

Russell konuşmasına, insan davranışlarını yönlendiren ana nedeni göz önünde bulundurarak başlar:

“Tüm insan aktiviteleri arzu tarafından teşvik edilir. Bazı ahlak kuramcılarının, görev ve ahlaki ilke çıkarları için arzuya direnmenin mümkün olduğuna dair yanlış bir teorileri vardır. Bunun yanlış olduğunu söylüyorum çünkü insanlar görevlerine bağlı olmadığı müddetçe görev bilincine sahip olmuyor. İnsanların ne yapacağını bilmek istiyorsanız, yalnızca veya esas olarak onların maddi koşullarını değil, göreceli güçleriyle arzularının tüm sistemini de bilmelisiniz.”

“İnsan, diğer hayvanlardan çok önemli bir açıdan farklıdır. Bu, hiçbir şekilde tam olarak tatmin edilemeyecek, onu cennette bile huzursuz edecek, sınırsız bazı arzulara sahip olmasıdır. Örneğin boa yılanı, yeterince yemek yediğinde uykuya dalar ve başka bir yemeğe ihtiyacı olana kadar uyanmaz. Ancak insanlar böyle değildir.”


Russell, bu sonsuz dört arzunun açgözlülük, rekabet, kibir ve iktidar sevgisi olduğuna işaret eder ve bunları sırasıyla inceler:

“Açgözlülük -mümkün olan en fazla mala sahip olma isteği- sanırım korku arzusu ile ihtiyaçlar arzusunun bir araya getirdiği bir his. Bir zamanlar açlıktan ölmekten kaçan Estonyalı iki küçük kızla arkadaş oldum. Ailemle birlikte yaşıyorlardı ve bir sürü yiyecekleri vardı. Ancak boş zamanlarını komşu çiftlikleri ziyaret ederek ve onların patateslerini çalarak geçirdiler. Bebeklik döneminde büyük bir yoksulluk yaşayan Rockefeller de yetişkin hayatını da benzer bir şekilde geçirdi.”

“Ne kadar çok şeye sahip olursanız olun, daima daha fazlasını istersiniz. Doyum, sizi her zaman atlatacak bir rüyadır.”

Russell’a göre rekabet eğilimi:

“Eğer açgözlülük rekabetten daha güçlü olsaydı, dünya olduğundan daha mutlu bir yer olurdu. Fakat aslında, birçok insan rakipleri için onları mahvedecek gücü güvenceye alabilecek olsalardı yoksullaşmayı neşeyle karşılarlardı.”


Russell, rekabetin insan narsisizmiyle desteklendiğini savunuyor. Bugünün sosyal medya bağlamında iki kat önem taşıyan bir düşünceyle, şunları gözlemliyor:

“Gösteriş, uçsuz bucaksız bir güç dürtüsüdür. Çocuklarla ilgisi olan insanlar bilir: çocuklar sürekli ‘bana bak’ diyerek bildiklerini göstermeye çalışırlar. ‘Bana bak’, insan kalbinin en temel arzularından biridir. Soygundan ölümcül şöhret arayışına kadar sayısız şekil alabilir.”

“Gösterişin etkisini; üç yaşında bir çocuktan, kaşlarında dünyanın titrediği hükümdara kadar; insan hayatının çeşitliliği aracılığıyla büyütmek neredeyse mümkündür.”


Ancak Russell, dört dürtüden en güçlü olanının iktidar sevdası olduğunu söylüyor:

“İktidar sevgisi, gösterişle yakından ilgilidir ancak aynı şey değildir. Gösterişin ihtiyacı olan şey şerefin tatmin edilmesidir ve güç olmadan da şeref sahibi olmak kolaydır. Çoğu insan güç yerine şerefi tercih eder fakat genel olarak bu insanların, şeref yerine gücü tercih eden insanlara oranla, olayların akışına daha az etkileri vardır. Güç, gösteriş gibi, doyumsuzdur. Tam güçlülük haricinde hiçbir şey onu tam olarak tatmin edemez. Ayrıca bu özellikle enerjik insanların kusuru olduğu için, güç aşkının etkililiği onun sıklığı konusunda orantı eksikliği yaratır. Aslında bu, önemli insanların hayatlarındaki en güçlü arzudur.”

“Güç aşkı, gücün tecrübe edilmesi ile birlikte oldukça yükselir ve bu da hem ufak tefek güçler hem de büyük güçler için geçerlidir.”

Ekliyor:

“Herhangi bir despot rejimde, gücün sahibi olanlar git gide gücün verebildiği hazların deneyimleri ile birlikte daha zalim bir hal alırlar. İnsanlar üzerinde kurulan güç, insanlara yapmayacakları şeyi yaptırma yoluyla gösterildiği için; güç aşkıyla harekete geçmiş olan insan tutkuya müsaade etmek yerine acı vermeye eğilimlidir.”


Fevkalade bir ince ayrıntı duyarlılığı ve hayatlarımızı kuran ikilemler düşünürü olan Russell; güç aşkının tamamen olumsuz bir etki olarak ele alınmaması konusunda uyarıyor.

Ve şunu belirtiyor; bilinmeyeni yönetme dürtüsünün ortaya çıkardığı şey, bilgi uğraşı ve tüm bilimsel süreçler gibi, arzu edilen şeylerdir. Ve ekliyor:

“Tüm iktidar sevgilerini birer arzu olarak kötülemek hata olur. Bu arzuyla birlikte faydalı eylemlere de yönelseniz, kötü eylemlere de yönelseniz; bu sosyal sisteminize ve sizin yeteneklerinize bağlı olacaktır. Yetenekleriniz teorik ya da teknik türden ise, bilgiye ya da tekniğe fayda sağlamış olursunuz ve genellikle eyleminiz kullanışlı olur. Eğer bir politikacıysanız güç aşkı ile hareket ediyor olabilirsiniz fakat genellikle bu arzu kendisini, sizin statükoya tercih edeceğiniz bazı durumları görme tutkusuyla birleştirecektir.”


Ardından Russell ikincil arzular dizisine dönüyor. İnsan hayatında sıkılma ve heyecanlanmanın etkileşimi üzerine düşüncelerini anlatıyor; heyecan aşkı ile başlıyor:

“İnsanlar hayvanlara kendi üstünlüklerini, sıkılma kabiliyetleri aracılığıyla gösterirler. Fakat bazen, hayvanat bahçesindeki maymunları incelerken, belki onlarda da bu sıkıcı duygunun ön bilgisi vardır diye düşündüğüm oluyor. Her ne olursa olsun, deneyimler gösteriyor ki neredeyse tüm insanların en güçlü tutkularından birisi sıkıntıdan kaçmak.”


Russell, bu sarhoş edici olan heyecan aşkının yalnızca modern hayatın hareketsiz doğası tarafından güçlü hale getirilebileceğini iddia ediyor:

“Ruhsal icatlarımız, çok şiddetli fiziksel iş gücü içeren bir hayata uygun hale getirilmiş. Ben, gençken, tatillerimi yürüyerek geçirirdim. Günde yirmi beş mil yürürdüm ve akşam olduğunda sıkıntımı geçirecek bir şeylere ihtiyaç duymazdım çünkü oturmanın zevki bana yeterli gelirdi. Fakat modern yaşam bu fiziksel olarak yorucu olan ilkeler üzerinden idare edilemez. İşlerin büyük kısmı oturarak yapılıyor ve çoğu manuel olan iş egzersizleri de birkaç belirli kasları çalıştırıyor. İnsanlar bir iş gününün sonunda Trafalgar Meydanında, devletin hepsini öldürme kararı aldığına dair yapmış olduğu duyuruyu kutlamak için toplanabilirler; fakat eğer o gün yirmi beş mil yürümüş olsalardı bunu yapmazlardı. Fakat bu mücadele tedavisi kullanışsızdır ve eğer insan ırkının – belki de arzu edilmeyen bir şeyden – sağ kurtulması gerekiyorsa, bu heyecan aşkını üreten kullanılmayan fiziksel enerji için masum bir çıkış yolu bulunması ve dolayısıyla onun korunması için başka yollar bulunması gerekir. Hayatımda hiç dans salonlarından ortaya çıkmış olan bir savaş duymadım.”

Kaynak: 1, 2

This post is also available in: English

Kategoriler: Yaşam

Yorumlar (0) Yorum Yap

/