Ahmed Arif Şiirleri: Kendi Sesinden En Güzel Ahmed Arif Şiirleri

Ahmed Arif şiirleri ile pek çoğumuzun hayatında önemli yere sahip olan şairlerden birisidir. 1923 yılında Diyarbakır’da dünyaya gözlerini açar. Asıl adı Ahmet Hamdi Önal olan şairin babası Osmanlı Devleti’nde memur olarak çalışır. Çok küçük yaşta annesini kaybeden Arif, Zazaca, Kürtçe, Arapça ve Türkçeye oldukça hakimdir. Dile olan bu yeteneği ona gelecekte kapılar aralayacaktır.

Ahmed Arif Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümünden mezun olur. İlk yazarlık deneyimlerini 1940’lı yıllarda yaşar. Yazdığı şiirler sebebiyle ara ara göz altına alınsa da doğru bildiği yoldan ilerlemeye devam eder. Ahmed Arif şiirleri ile toplumcu gerçekçilik akımının en önemli isimlerinden birisidir. Kendi sesinden Ahmet Arif şiirleri listemize gelin birlikte göz atalım:


Ahmed Arif Şiirleri

Akşam Erken İner

Akşam erken iner mahpusaneye.
Ejderha olsan kar etmez.
Ne kavgada ustalığın,
Ne de çatal yürek civan oluşun.
Kar etmez, inceden içine dolan,
Alıp götüren hasrete.

Akşam erken iner mahpusaneye.
İner, yedi kol demiri,
Yedi kapıya.
Birden, ağlamaklı olur bahçe.
Karşıda, duvar dibinde,
Üç dal gece sefası,
Üç kök hercai menekşe…

Aynı korkunç sevdadadır
Gökte bulut, dalda kaysı.
Başlar koymağa hapislik.
Karanlık can sıkıntısı…
“Kürdün Gelini”ni söyler maltada biri,
Bense volta’dayım ranza dibinde
Ve hep olmayacak şeyler kurarım,
Gülünç, acemi, çocuksu…

Vurulsam kaybolsam derim,
Çırılçıplak, bir kavgada,
Erkekçe olsun isterim,
Dostluk da, düşmanlık da.
Hiçbiri olmaz halbuki,
Geçer süngüler namluya.
Başlar gece devriyesi jandarmaların…

Hırsla çakarım kibriti,
İlk nefeste yarılanır cıgaram,
Bir duman, kendimi öldüresiye.
Biliyorum, “sen de mi?” diyeceksin,
Ama akşam erken iniyor mahpusaneye.
Ve dışarda delikanlı bir bahar,
Seviyorum seni,
Çıldırasıya


İçerde

Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğrunda ölümlere gidip geldiğim
Zulamdaki mahzun resim.
Görüşmecim yeşil soğan göndermiş
Karanfil kokuyor cigaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…


Ay Karanlık

Maviye
Maviye çalar gözlerin,
Yangın mavisine
Rüzgarda asi,
Körsem,
Senden gayrısına yoksam,
Bozuksam,
Can benim, düş benim,
Ellere nesi?
Hadi gel,
Ay karanlık…

İtten aç,
Yılandan çıplak,
Vurgun ve bela
Gelip durmuşsam kapına
Var mı ki doymazlığım?
İlle de ille
Sevmelerim,
Sevmelerim gibisi?
Oturmuş yazıcılar
Fermanım yazar
N’olur gel,
Ay karanlık…

Dört yanım puşt zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cıgaramdan yanar.
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş,
Etme gel,
Ay karanlık…


Uy Havar

Yangınlar,
Kahpe fakları,
Korku cığları
Ve irin selleri, aç yırtıcılar,
Suyu zehir bıçaklar ortasındasın.
Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay!
Pusatsız, duldasız, üryan
Bir cana bir de başa
Seher vaktı leylım – leylım
Cellat nişangâhlar aynasındasın.
Oy sevmişem ben seni…

Üsküdardan bu yan lo kimin yurdu!
He canım…
Çicekdağı kıtlık, kıran,
Gül açmaz, çağla dökmez.
Vurur çakmaktaşı kayalarıyla
Küfrünü, Medetsiz, Munzur.
Şahmurat suyu kan akar
Ve ben şairim.

Namus işçisiyim yani
Yürek işçisi.
Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş,
Ne salkım bir bakış
Resmin çekeyim,
Ne kinsiz bir rüzgar
Mısra dökeyim.
Oy sevmişem ben seni…

Ve sen daha demincek,
Yıllar da geçse demincek,
Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm,
Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim,
Yaran derine gitmiş,
Fitil tutmaz, bilirim.
Ama hesap dağlarladır,
Umut dağlarla.

Düşün, uzay çağında bir ayağımız,
Ham çarık, kil çorapta olsa da biri
Düşün, olasılık, atom fiziği
Ve bizi biz eden amansız sevda,
Atıp bir kıyıya iki zamanı
Yarının çocukları, gülleri için,
Koymuş postasını,
Görmüş restini.
He canım,
Sen getir üstünü.

Uy havar!
Muhammed, İsa aşkına,
Yattığın ranza aşkına,
Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü!
Benim de boş yanım hançer yalımı
Ve zulamda kan – ter içinde, asi,
He desem, koparacak dizginlerini
Yediveren gül kardeşi bir arzu
Oy sevmişem ben seni…


33 Kurşun

Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van’da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari güvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı…

Yiğitlik inkar gelinmez
Tek’e – tek döğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yan, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuz üç kurşunlu yürek
Otuz üç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda…

Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alaçakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı

Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yürekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere.

Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun…
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…


Hani Kurşun Sıksan Geçmez Geceden

Yiğit harmanları, yığınaklar
Kurulmuş çetin dağlarında vatanların
Dize getirilmiş haydutlar
Hayınlar, amana gelmiş
Yetim hakkı sorulmuş
Hesap görülmüş
Demdir bu
Demdir
Derya dibinde yangınlar
Kan kesmiş ovalar üstünde Mayıs
Uçmuş, bir kuş tüyü hafifliğinde
Çelik kadavrası koruganların
Ölünmüş, canım, ölünmüş
Murad alınmış
Gelgelelim
Beter, bize kısmetmiş
Ölüm, böyle altı okka koymaz adama
Susmak ve beklemek müthiş
Genciz, namlu gibi
Ve çatal yürek
Barışa, bayrama hasret
Uykulara, derin, kaygısız, rahat
Otuz iki dişimizle gülmeye
Doyasıya sevişmeye, yemeğe
Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri
Asıl, bizim aramızda güzeldir hasret
Ve asıl biz biliriz kederi
İçim, bir suskunsa tekin mi ola?
O Malta bıçağı, kınsız, uyanık
Ve genç bir mısradır
Filinta endam
Neden, neden alnındaki yıkkınlık?
Bakışlarındaki öldüren buğu?
Kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri
Nasıl da almış aklımı
Sürmüş, filiz vermiş içimde sevdan
Dost, düşman söz eder kendi kavlince
Kınanmak, yiğit başına
Bu, ne ayıp, ne de yasak
Öylece bir gerçek, kendi halinde
Belki, yaşamama sebep
Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu
Hani, kurşun sıksan geçmez geceden
Anlatamam, nasıl ıssız, karanlık
Ve zehir zıkkım cigaram
Gene bir cehennem var yastığımda
Gel artık.


Bu Zindan Bu Kırgın Can

Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı
Gördüler yedi cihan
İn, cin, Kaf Dağı’nın ardındakiler
Kıtlık da kıran da olsa
Gördüler analar neler doğurur
Aman aman hey…
Dünyalar vardır elvan
Bir su damlasında, bir kıl ucunda
Meyvalar vardır, meyvalar
Ağacı, omcası yok
Sana vurgun, sana dost
Beride Kabil’in murdar baltası
Ve kan değirmenleri
Kader kahpesi
Beride borazancıları o puşt ölümün
Hazır zil zurna keyfinden
Hazır ırzını vermeğe
Yiğitler vuruldukça
Timsah kısmı çünkü yavrusunu yer
Akarsu duruldukça
Cadı, yalan hamurunu dağ dağ yoğurur
Aman aman hey…
Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı
Macera değil
Yaşamak, sade “yaşamak”
Yosun, solucan harcıdır
Öyle açar ki murat
Susuz, güneşsiz de kalsa, koparılsa da
Şavkı, bulut güllerinden daha bir suna
Ve daha burcu burcudur
Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı
Macera değil
Sardığım toprağımın altın sabrıdır
O sert, erkek hüznüdür lahza başında
Cigara değil
Ve sevgilim uykusunda bağrır
Aman aman hey…
Meltemin bir tadı, ustura ağzı
Biri, kız memesi, tılsım
Yağmurun bir damlası süzülmüş küfür
Bir damlası, aşk
Senin uykuların hayın
Düşlerin kardeş
Duyar mısın, anlayıp sızlar mısın ki?
Gece, samanyollarında rüzgâr çıkıncaya dek
Mısralarım kardeş kardeş çağırır
Aman aman hey…
Serabın bir sonu vardır
Ufkun, sıradağın sonu
Uçarın kaçarın bir sonu vardır
Senin sonun yok
Mandaların, kavakların pazarı olur
Senin pazarın olamaz
Sensiz nar çatlamaz, bebek ı demez
Beni böyle şair, divane etmez
Kızımın çatal göğsü
Senin yüzün suyu hürmetinedir
Buğdalara, cevizlere yürüyen
Kara toprağın ak sütü…
Bir bilsen kimlere tasa, kedersin
Anlar mısın, şaşırıp ağlar mısın ki?
Bir bilsen kardeşlerim ne can çocuklar
Ve bilsen nasıl vurur beni bu duvar
Akşam akşam kara sevdam ağarır
Aman aman hey…


Suskun

Sus, kimseler duymasın,
Duymasın, ölürüm ha.
Aymışam yarı gece,
Seni bulmuşam sonra.
Seni, kaburgamın altın parçası.
Seni, dişlerinde elma kokusu
Bir daha hangi ana doğurur bizi?
Ruhum… Mısra çekiyorum haberin olsun.
Çarşıların en küçük meyhanesi bu,
Saçları yüzümde kardeş, çocuksu.
Derimizin altında o ölüm namussuzu…
Ve Ahmedin işi ilk rasgidiyor.
İlktir dost elinin hançersizliği…
Ağlıyor yeşil.

Rüya, bütün çektiğimiz.
Rüya kahrım, rüya zindan.
Nasıl da yılları buldu,
Bir mısra boyu maceram…
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
Bilmezler nasıl sevdik,
İki yitik hasret,
İki parça can.
Çatladı yüreği çakmaktaşının,
Ağıyor gökkuşaklarının serinliğinde
Çağlardır boğulmuş bir su…
Ağıyor yeşil.


Karanfil Sokağı

Tekmil ufuklar, kışladı
Dört yön, on altı rüzgar
Ve yedi iklim, beş kıta
Kar altındadır
Kavuşmak ilmindeyiz, bütün fasıllar
Ray, asfalt, şose, makadam
Benim sarp yolum, patikam
Toros, anti-toros ve asi Fırat
Tütün, pamuk, buğday ovaları, çeltikler
Vatanım, boylu boyunca
Kar altındadır
Döğüşenler de var bu havalarda
El, ayak buz kesmiş, yürek cehennem
Ümit, öfkeli ve mahzun
Ümit, sapına kadar namuslu
Dağlara çekilmiş
Kar altındadır
Şarkılar bilirim, çığ tutmuş
Resimler, heykeller, destanlar
Usta ellerin yapısı
Kolsuz, yarı çıplak Venüs
Trans-nonain sokağı
Garcia Lorca’nın mezarı,
Ve gözbebekleri Pierre Curie’nin
Kar altındadır
Duvarları, katı, sabır taşından
Kar altındadır varoşlar
Hasretim nazlıdır Ankara
Dumanlı havayı kurt sevsin
Asfalttan yürüsün aralık
Sevmem, netameli aydır
Bir başka ama bilemem
Bir kaçıncı bahara kalmıştır vuslat
Kalbim, bu zulümlü sevda,
Kar altındadır
Gecekondularda hava bulanık, puslu
Altındağ gökleri kümülüslü
Ekmeğe, aşka ve ömre
Küfeleriyle hükmeden
Ciğerleri küçük, elleri büyük
Nefesleri yetmez avuçlarına
İlkokul çağında hepsi
Kenar çocukları
Kar altındadır
Hatıp Çay’ın öte yüzü ılıman
Bulvarlar çakırkeyf Yenişehir’de
Karanfil sokağında gün açmış
Hikmetinden sual olunmaz değil,
Mucip sebebin bilirim
Ve kâfi delil ortada
Karanfil sokağında bir camlı bahçe
Camlı, bahçe içre bir çini saksı
Bir dal süzülür mavide
Al al bir yangın şarkısı
Bakmayın saksıda boy verdiğine
Kökü Altındağ’da, İncesu’dadır.


Vay Kurban

Vay kurban
Dağlarının, dağlarının ardı
Nazlıdır
Uçurum kıyısında incecik bir yol
Gider dolana – dolana
Bir hastan vardır, umutsuz
Belki Ayşe, belki Elif
Endamı kuytuda başak
Memesinin, memesinin altında
Bir sancı
Bir hayın bıçak
Ölüm bu,
Fukara ölümü
Geldim, geliyorum demez
Ya bir kuşluk vakti, ya akşam üstü
Ya da seher, mahmurlukta
Bakarsın, olmuş olacak
Bir hastan vardı umutsuz
Hasreti uykularda
Hasreti soğuk sularda
Gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri
İki mavi, kocaman korku çiçeği
Açar, derin kuyularda
Dağlarının, dağlarının ardı korkunçtur
Hiç akıl edip de düşünen var mı
Gün kimin hesabına tutar akşamı
Rahmetinden kim demlenir bulutun
Hayırlı evlat makina nasıl canavar kesilir
Kurdun, karıncanın rızkını veren
Toprak nasıl ayartılır
Yüz vermez topal öküze
Ve almaz…

Ahmed Arif şiirleri aynı zamanda pek çok sanatçı tarafından bestelendi. Onlardan birisi ile Ahmed Arif şiirleri listemizi noktalıyoruz: 

Kategoriler: Alıntılar, Kültür

Yorumlar (0) Yorum Yap

/