En genel ifadeyle iki tür cevap olduğuna inanıyorum. Birincisi bu yarışta başarıya ulaşmanın tek amaç olduğu ve o amaca nasıl ve hangi yollardan ulaşıldığının pek önemli olmadığı cevabı. Bu başarı olaydan olaya değişen küçük hedefler, istekler olabileceği gibi, hayat boyu ulaşılmak istenen bir hedefte olabilir tabi. İkinci cevap ise önemli olan o başarıya nasıl ulaştığın, ulaşmaya çalıştığın ve hatta çoğu kez nasıl ulaşamadığın. Yani zafer değildir önemli olan, seferin kendisidir. Seferden ne öğrendiğindir. Seferden keyif almandır. Zafere ulaşamasan da kendine ve çevrene kattıklarındır. Mutluluğun bunda olduğunun farkına varmandır. “İyi işler yapmak için çalış, zenginlik için değil.” ve “İşini iyi yaparsan, başarı seni takip eder.” diyor Amir Khan 3 Aptal(3 Idiots) filminde. Çünkü iyi şeyler yapmanın hep daha fazlası vardır. İşini her zaman daha iyi yapmak için çabalayabilirsin, çabalamalısın. Böylece başarıya ulaştığında birlikte gelen rahatlama hissine kapılarak, mücadeleyi bırakabilme riskiyle karşılaşmazsın. Mevlana bu konuya şöyle açıklık getiriyor. “Baş köşeyi bırak, senin baş köşen yoldur. Gözünü yıldızlara dik, yol ara. Rahata ulaşma tuzağı, daima rahatsızlıktır. İnsanın adam akıllı çalışmaya kul olması gerekir. Hangi işe girişirsin ve o işte sana ölüm bile hoş gelirse, işte sevdiğin iş, o iştir.” Bill Gates’in şu sözüyle hayatın tanımını netleştirelim. “Kendimden başka kimseyle yarış içinde değilim. Hedefim, sürekli kendimi geliştirmek.” Evet, hayat bir yarıştır insanın kendisiyle yaptığı. Hayat, yolda olmaktır, yolda kalmaktır, yol aramaktır.
İşte vizyona yeni giren Asfaltın Kralları (Orijinal adı: Le Mans’66) filminin final sahnesini izledikten sonra aklımda çakan bu düşünceler oldu. Zaferden değil, seferden sorumluyuz. Filmden çıkardığım 7 dersten 7. si bu. Şimdi diğer altısından da kısaca bahsetmek istiyorum.
Film, 1966 yılında düzenlenen Le Mans 24 saat yarışının gerçek hikayesini ele alıyor. Uzun yıllar yarış pistlerine hakim olan Ferrari’yi yenmek için yola çıkan Amerikalı bir ekibin yaşadıkları. Bu işi başarması için güvenilen 2 kişi var. Caroll Shelby ve İngiliz şoför Ken Miles.
Yola bir hayal ile çıkıyorlar. Ferrari’yi yenecek , dünyanın en iyi yarış arabasını tasarlamak ve yarışta onları alt etmek. Shelby’e göre bunu yapabilecek tek kişi Ken Miles. Ken, anlaşması zor, aksi biri. Ford’un “kurumsal” imajına uygun olmayan biri olarak göze batıyor ve bu , böyle bir başarı olacaksa ne olursa olsun kendi başarısı olması gerektiğini düşünen şirketin üst düzey yöneticilerinden birini rahatsız ediyor. Kurumsal açgözlülüğü uğruna , yarışı kaybetmesine sebep olacak dahi olsa, yarışa başka bir pilotu sokmaya çalışıyor.
Ken, sorumluluk alan, hedefe inanan, hayalperest ancak ayakları da yere basan biri. Bir gün oğlu ile gecenin karanlığında yarış pistine oturarak şu soruyu soruyor ona uzakları göstererek. “Oraya piste bak. Orada, atılmayı bekleyen mükemmel yarış turu var. Görüyor musun?” Oğlu, “Galiba görüyorum.” deyince. “Çoğu insan göremez.” Diyor. Başarıya ulaşması için, yapılması gerekenlerin hayalini kuruyor, gözünde canlandırıyor. Ne yapacağını ve nasıl yapacağını bilerek. Atatürk’ün Sakarya Meydan Muharebesi sürerken en kritik günlerde Ankara’da Maarif Kongresi’ni toplarken bu düşüncede olduğunu düşünüyorum. İleride zaferi görüyor, ne yapacağını biliyor ve zafer sonrasına da hazırlanıyor. “Eğer hayal edebilirsen, her şey mümkündür.” Diye bir söz var hoşuma giden. Ancak hayal, sadece ilk ve kolay kısmı. Aslında şöyle olmalı söz. “Eğer hayal edebiliyorsan ve bunu gerçekleştirecek kararlılık ve azmin varsa her şey mümkündür.”
Dahası Ken, yapımın her aşamasında bizzat çalışıyor, aracı test ediyor. Mücadeleyi, çalışkanlığı bir an olsun bırakmıyor. Aracın, motorun limitlerini biliyor ve ona göre bilinçli risk alıyor. “Eğer” diyor “limitleri zorlayacaksan, o limitlerin nerede olduğunu bilmen gerekir.” Yarış günü yaklaşırken, çoğu kimsenin inanmadığı Ferrari’ye karşı bir zafer için oğlunun “Ferrari’yi yenebileceğini düşünüyor musun?” sorusunu “Deneyebilirim.” diyor. “Deneyebilirim.” Başarısız olabilirim ancak en azından deneyebilirim.
En önemlisi nokta ise final sahnesinde rekorlar kırdığı, Ferrari’yi alt ettiği ve şampiyonluğu kazandığı yarışın sonunda aynı üst düzey yöneticinin açgözlülüğü için yaptığı bir yarış aldatmacası sonucunda kurallar gereği birinci değil, ikinci olduğunda Ken’ in Shelby’e kurduğu cümle. “Bana şampiyonluğu değil, direksiyonun sözünü vermiştin.” Ben seferden keyif aldım, benim için önemli olan şampiyon olmak değil, yarışmaktı diyor.Özetle film, vizyoner olmayı(1), çalışkanlığı ve mücadele ruhuna sahip olmayı(2), risk almayı(3) ancak limitlerini de bilmeyi(4), hayatın inişler ve çıkışlarla dolu olduğunu(5), en azından deneyecek cesarete sahip olmayı(6) ve zaferden değil, seferden sorumlu olmayı(7) anlatıyor. Tabi görüntü ve ses efektleri ile birlikte filmden aldığın keyif tuzu, biberi. Zafer, sefer ilişkisinin mutluluk açısından değerlendirmesi de var tabi ancak o kısma girmeden sözü Oytun Erbaş’a bırakıyorum.
Seferden keyif alanlardan olmak ümidiyle.
_______________________
İlave :
Yorumlar (0) Yorum Yap