Modern yaşamda hemen her akım ‘moda’ haline gelip evrenselleşebiliyor. İnsan hayatını kolaylaştırıp iyileştirmek, ona hizmet etmek gibi olumlu amaçlarla doğan birçok aktivite, yalnızlığını ve mutsuzluğunu gidermek için araç olarak bu aktiviteleri kullanan ve bu yönelimi abartarak takıntı haline getiren toplumlar tarafından zararlı bir hale getiriliyor.
“Wellness” yani “iyi olmak” kavramı da bu masum başlayıp giderek amacından sapan akımlardan biri.
21. yüzyıl bütün bilimsel ve teknolojik gelişmelerin yanısıra insanlığa bütün zihinsel yapımızı tümden değiştirecek bir hediye daha verdi: bireysellik.
Özellikle Avrupa kültüründe daha sağlam temeller bulan ve gelişme gösteren bireysellik küresel bir temel halini alarak sorgulanamaz bir gerçekliğe dönüştü. Yalnız kalmak, kendi kararlarını vermek, canının istediği şekilde hareket etmek, kendini ve hayat amacını keşfetmek gibi bizi özgürleştiren eylemler bireyselliğin getirileridir.
Bir noktadan sonra hayatına yön vermeye çalışan, bir anlam arayan, içinde bulunduğu boşluktan çıkmak isteyen ve istediğini felsefe ve düşünce eylemlerinde bulamayan bazı insanlar bireyselleşmenin onlara söylediği temel kurallardan birine döndüler:
“Sen hayattaki en önemli ve en değerli şeysin.”
Tüm enerjilerini kendilerine adayan kişiler sağlıklı vücut ve zihin, kaliteli yaşam, iyi olma hali gibi olumlu getirileri hayat felsefesi haline getirdi. Ancak bilmedikleri, bundan kazancı olan tek şeyin kendi vücut veya zihinleri değil, her zamanki gibi kapitalist düzenin ta kendisi olduğuydu.
Maaşını ay sonuna kadar yetiştirmekte zorlanan orta sınıf mensupları, tadından nefret etmelerine rağmen sabah kahvaltıda yemek için para verdikleri avokadoları bir lüks olarak değil, bir zorunluluk olarak görmeye başladı.
Ekmek yemek ise kabul edilemez ve son derece sağlıksız görüldü. Her sabah 2 kilometre yürüyüş yapılmalı, mutlaka son moda spor kıyafetleriyle pahalı bir yoga sınıfına gidilmeliydi.
Haracanacak gereksiz paralara rağmen bunlar ihtiyaç olarak görüldü. Öğle yemeğinde kocaman bir tabak salata, Instagram’da paylaşılacak şekilde havalı bir fotoğrafı çekildikten sonra gönülsüzce yenmeliydi.
Ara öğün olarak da son moda egzotik bitki kuruları ve medyaya göre “kanseri önleyen”, “30 yaş gençleştiren”, “saçları uzatan” atıştırmalıklara paralar döküldü. 40 yaşına gelmek yaşlanmak demekti, bu kabul edilemezdi ve müdahale gerekliydi; binlerce liralık “kırışıklık karşıtı kremler” ihtiyaç haline geldi.
Bütün bu mecburi ritüelleri yerine getirmeyen; ülkemiz coğrafyasında yetişen meyve ve sebzeleri yiyen, spor salonuna gitmek yerine sahilde yürüyen, yaşam koçuna gerek uymayan, arada bir kendini kötü hissetmeyi normal karşılayan, bazen canı makyaj yapmak veya süslenmek istemeyen kişiler ise sorumsuz, depresif, bakımsız, mutsuz kabul edildi.
Bütün bu tiyatronun arka mekanizmasında son yüzyılda içimize işleyen kronik bir endişe yatıyor: Hastalanma korkusu.
İnsanlığın tüm içgüdülerini yönlendiren ölümsüz olma, kök salma ihtiyacı, modern dünyanın getirdiği sağlıksız çevre ve hastalık olasılıklarıyla sarsıldı.
Yüzyıllardır ortalama 30-40 yıl yaşayan insanlar bilimsel gelişmeler, keşfedilen tedavi ve ilaçlar sayesinde 85-90 yıla kadar yaşayabiliyor.
Bu da bilinçaltımıza şunu söylüyor: Daha fazlasını yapabiliriz. Ölümsüz olmak, asla hastalanmayacak ve asla zayıflamayacak olmak varken neden sadece 90 yıl yaşamakla yetinelim?
Bunu başarmak için gereken şey basitti. Gittikçe daha yenilmez, sağlıklı, sarsılmaz ve güçlü hale getirilen insan vücudu.
Sosyal medyada sürekli maruz kaldığımız fitness, sağlık ve güç imgeleri; bize bu vücudu sağlayabilecek yiyecek, ilaç ve diğer tüm ürünlerle birleşti.
Sosyal medya ve kapitalizm, imkansız bir ‘süper insan’ yaratmak için güçlerini birleştirdi. Oysa bu anlamsız uğraş insan zihnini en çok ve en derinden tüketen etkenlerden biriydi.
Wellness yani iyi yaşam takıntısı olan kişiler, hayatlarını her gün daha da değersiz ve yetersiz görmeye, sürekli daha fazlasını istemeye ve en önemlisi bu takıntılarını başkalarına yansıtarak onların da sağlığını bozmaya yatkındırlar.
Üstelik bu takıntı kişinin kendisi ve çevresi tarafından masum bir sağlıklı yaşama alışkanlığı olarak kabul edildiği için teşhis ve tedaviyi sürekli erteleyerek kişinin durumunun ağırlaşmasına da sebep oluyor.
Sonuç olarak sağlıklı beslenmek, spor yapmak, meditasyon ve kendinize değer vermek hayat kalitenizi oldukça artırıyor, ancak bu endişenin aklınızı ele geçirmesine izin vermek, kontrolü sağlıklı yaşama takıntınıza teslim etmek zihin sağlığınız için oldukça yıkıcı sonuçlar doğuruyor.
This post is also available in: English
Yorumlar (0) Yorum Yap