Cumhuriyetimizin Yarım Kalan Projesi: Köy Enstitüleri – 2

Ilker ELAL

Ilker ELAL

Sosyal Girişimci / Minorpreneurs

Köy Enstitüleri ile ilgili yazının ilk metnini buradan okuyabilirsiniz -> Köy Enstitüleri -1

İsmet İnönü’nün Uyarısı

Köy Enstitüleri, Türkiye’nin ekonomik yönden en sıkıntılı olduğu İkinci Dünya Savaşı döneminde kurulmuş ve yapılandırılmıştır. Enstitüler için bir şanssızlık olarak görülen bu dönemin, 1946 kavşağında yaşananlardan sonra, gerçekte şanssızlık değil, bir şans olduğu söylenebilir. Bu gerçeğin farkında olan İnönü, 1942’de enstitülerin sayısının 60’a çıkarılmasını istediğinde, Yücel ve Tonguç bunun imkansız olduğunu söyler. İnönü’nün onlara söylediği şu sözler ilginçtir:
“Çok büyük fırsat kaçırıyorsunuz. Bu savaş yıllarından yararlanarak bunları yapmalıydınız. Savaştan sonra ne olacağı belli değildir, bunların hiçbirini bize yaptırmayacaklardır, ileride beni dinlemediğinize çok pişman olacaksınız.”
1946 kavşağında köy enstitülerinin başına gelenler, İnönü’yü bu sezgisinde haklı çıkarmıştır.

1946 Kavşağı ve 3 Olay

Köy enstitüleri ve ülkenin geleceği açısından, savaşın hemen sonrasında yaşana üç gelişme belirleyici olmuştur.
Bu üç olaydan birincisi, 25 Nisan 1945’te toplanan San Francisco Konferansı, ikincisi; ilk kez 1945’te gündeme gelmeye başlayan Sovyetler‘in Türkiye’ye yönelik, “tehdit içerikli” politikaları, üçüncüsü de 12 Mart 1947’de açıklanan ve Sovyet tehdidi altındaki ülkelere yardım götüren Truman Doktrini‘dir. 1945-47 yılları arasında yaşanan bu üç olay, önemli sonuçları beraberinde getirmiştir. Bunların ilki, 1945’te çok partili düzene geçiş kararı verilmesi ve bu kararın üzerinden bir yıl bile geçmeden, 21 Temmuz 1946’da serbest seçimlere gidilmesidir.
Sovyetlerin, Türkiye ile 1925’te imzaladığı Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması’nı tanımadıkları yönündeki açıklamalarının ardından, Kars-Ardahan ve Boğazlarla ilgili kabul edilemez taleplerini kapsayan politikası, açık bir tehdit olarak algılandığından Türkiye’de bir ‘komünizm’ kaygısı gündeme gelmiştir. Türkiye ve Yunanistan üzerindeki Sovyet tehdidini önlemek amacıyla açıklanan Truman Doktrini, Türkiye’nin dış politikasını önemli ölçüde değiştirmiştir.

Gündem Farklı Eksene Kaydırıldı

1946 kavşağında yaşanan üç olayın en önemli yansıması, asıl sorunu yoksulluk ve eğitim olan Türkiye’nin gündemini farklı bir eksene kaydırmasıdır.
Özellikle Sovyet tehdidiyle başlayan süreç, demokrasinin nimetlerini fırsat bilen bazı kişi ve grupların gücünü doruğa çıkararak onlara, “komünistlik suçlaması” denilen çok etkili bir silah kazandırmıştı. Bu silah, her fırsatta her muhalif görülene karşı kullanılıyordu. Öte yandan, yıllardır suskun kalan devrim karşıtları, demokrasi ortamını, Türk Devrimi’ne saldırı için bulunmaz bir fırsat olarak değerlendiriliyordu. Demokrasi ortamında oluşan bu cephenin asıl hedefi CHP’ye yönelik siyasal mücadelenin çok ötesindeydi. “Nişan tahtasında olan, köy enstitüleri, Milli Eğitim Bakanlığı Bakanı ve kemalizmin eğitim konusu ve kurumlarıydı.

Hasan Ali Dönemi Bitiyor

1946 kavşağında yaşanmaya başlanan olaylar, enstitü karşıtlarına önemli silahlar vermiş oldu. Çünkü köy enstitüleri, bu gruptakilere göre birer “komünist yuvası” olarak görülüyordu. Sovyet tehdidinin yaşandığı bir dönemde, bu çok ağır ve etkili bir suçlamaydı. 21 Temmuz 1946’da yapılan ilk genel seçimde 61 milletvekilini DP’ye kaptıran CHP için, yaşanan bu koşullarda artık enstitüler “Cumhuriyet’in eserleri içinde “en kıymetlisi ve en sevgilisi” olabilir miydi? Partinin köy enstitüsü faktöründen zarar görmesini önlemek üzere, bu kurumlara karşı yürütülen saldırıları etkisiz kılacak önlemler alınmalıydı. Bu,demokrasinin bir cilvesiydi! En etkili önlem, Yücel ve Tonguç’un saf dışına çekilmesi ve Milli Eğitim’in daha ılımlı bir kişiye bırakılmasıydı. Bu ılımlı kişi, Sivas milletvekili Reşat Şemsettir Sirer idi. 5 Ağustos 1946’da Yücel’in görevden alınmasıyla Milli Eğitim’de bir devir kapandı ve yeni bir devir başladı.

Hizaya Getiriliyor

Demokrasiye geçişle birlikte enstitü düşmanları giderek çoğalıyordu. Peyami Safa gibi dönemin güçlü kalemleri, Ahmet Emin Yalman gibi bazı solcu yazarlar ve Kızılçullu Köy Enstitüsü’nün ilk müdürü Emin Soysal da bu grupta yer almıştı. Yıllardır köy enstitüsü uygulaması içinde yer alan Soysal’ın içinden geldiği kurumları “ahlaksızlık, yıkıcılık ve ihanet yuvaları” olarak nitelendirmesi kamuoyunu çok etkilemişti.

Mareşal Çakmak ve Kazım Karabekir gibi önemli isimler, etkilenenler arasındaydı. Bu durum enstitüleri kuruluş felsefesindeki işlevinden uzaklaştırarak klasik bir köy öğretmen okulu yapılanmasına dönüştürmek isteyen Sirer’in işini kolaylaştırıyordu. Enstitüler “hizaya getirilmeye” başlanmıştı. Sirer’in bu kapsamda ilk icraatı, adı köy enstitüleri ile bütünleşen İlköğretim Okulları Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç‘u görevinden almak oldu. Bunun ardından çıkarılan genelge, karar ve yasalarla köy enstitülerini özgün eğitim kurumları yapan uygulamalar, birer birer kaldırıldı. Böylece 1947 yılı sonunda, köy enstitüleri büyük oranda klasik okullara dönüştürüldü.
Yazının ilk kısmına -> bu linkten ulaşabilirsiniz.

Enstitülerin neden ve nasıl kapatıldığını anlatmaya çalıştığım bu yazımdan sonra; bizlere neler kazandırdığı ile ilgili de haftaya sizinle yeni bir içerik paylaşacağım. 

Umutla kalın…
Kategoriler: Kültür

Yorumlar (0) Yorum Yap

/
Exit mobile version